Bir Barış Yolcusu

Çetin Yiğenoğlu (Gazeteci)

O ekin, o sevgi, o barış, o gönül adamı son gelişinde barış meltemi taşımıştı barut kokan Adana'ya.

O ve arkadaşları gelmeden adının yazgısını yaşarken bütün renklerini yitiren ovaya kurşuni egemendi. O "sarı sıcak" diyarına ölümün gölgesi düşmüştü. En az Körfez bölgesinde yaşayanlar denli yüreklerine savaş korkusu çöreklenmişti Adanalılar'ın. Bazı canı tatlı paralıların çoktan terkettiği kentte halkın büyük çoğunluğu umarsızlığından kalakalmıştı. Olanakları olsa hiç kuşkusuz uzay çağında aptalca yaşatılan "kaçak kervanı"na onlar da katılırdı.

"İncirlik Cephesi" nde tanımsız bir devinim vardı onlar gelmeden. Uçakların biri iniyor biri kalkıyordu. El Abbas ve Saddam füzelerine karşı havada "zırh" amacıyla Patriot füze rampalarının, elektronik füzesavarların, hiçbiri işe yaramasa da göstermelik uçaksavarların Sarıçam'da, kentin ortasında-burasında konuşlandırıldığı bölge medya şarlatanlarının özlemlerine yanıt veren doğal platoya dönmüştü. "Kazara(!)" patlayan Patriot parçalarının Adana'da bir çocuğun yaralanmasına yol açması, havadan havaya atılan bir roketin savaş uçağından mahalle ortasındaki bahçeye düşmesi (ama şeytan kulağına kurşun, Allah'ın inayetiyle'!' patlamaması) ve müttefik güç genelkurmaylarının sürekli gözlem ve denetimine karşın garip biçimde yanlış (kırmızı) alarm verilmesi sahneyi tamamlamıştı.

İnsanların tamamına yakını insanlık tarihi boyunca sunulan savaş haberlerinin spekülatif olduğunu, teknolojik sınırlamalar, kurgucu/şabloncu yaklaşım, sansür ve manipüle edilme gibi engeller nedeniyle doğruyu yansıtmadığını bilmeden, Saddam'ın kimyasal başlıklı füzelerini "biyolojik silah" gibi algılamanın yanılgısında korkudan büyümüş gözlerle televizyonun başında uykusuz geçiriyordu geceleri.

İnsanlar, izledikçe "Bingo" (tombala) denilebilecek bir "rating" (izlenilirlik) rekoruyla avuçlarını ovuştururken "yaşamındaki en büyük amacının bir savaşı naklen yayımlamak" olduğunu söyleyen CNN Televizyonunun patronu Ted Turner'e para kazandırdıklarından habersiz televizyonların başından kalkmıyorlardı. Tirtir titriyorlardı. Bir yanıyla "Yüksek Teknoloji Savaşı" diye tanımlanan Körfez Savaşı'nın uluslararası tekelci sermayenin çıkarları için başladığından habersizdiler. ABD'nin askeri depolarında ekonomik ömrünü doldurduğundan yakında kullanılamaz duruma geleceği için tüketilmesi gerekli konvansiyonel silahlarla Irak'ta insanların kitleler halinde öldürülüşünü insanca (biraz da safça) acıma duygularıyla "canlı görüntüler" eşliğinde "Medya Kahramanı" Peter Arnett'in (CNN Muhabiri) sesinden dinliyorlardı.

O sıralar ilkokula giden kızım korkuyu yenmişti, evdeki dolabına gaz maskesini saklamanın verdiği güvenle okula giderken... Etkilendiği koskoca insanlar farklı mı davranıyordu? Dışarda salına salına gezmekten çekinmeyen o insanların olası bir kapı altından kimyasal sızıntı tehlikesinden ödleri kopuyordu.

Medya şarlatanları insanları bu duruma getirmek için her olanaktan yararlanmıştı. Elektronik posta ve bilgisayardan bilgisayara iletişim yöntemleri kullanılmıştı. Dijital ve analog resim iletimi yapılmış, uydularla çalışan telefon ve fakslardan büyük verim elde edilmiş ve sonuçta teknolojik açıdan büyük bir yengi kazanılırken gazetecilik mesleği ve insanlık açısından yenilgiye uğranılmıştı.

Bütün gazeteciler, siyasetçiler aynı kefeye konulamaz kuşkusuz.

Kan, barut ve korkunun harmanlandığı insanlık arenasında o sıralar yüreği insan insan çarpan gazeteci ve siyasetçiler de vardı Türkiye'de... Milletvekilleri, meslek ve kitle örgütü temsilcileri, sendikacılar, yazarlar ve sanatçılardan oluşan bu iyi insanlar oluşturdukları "Savaşa Hayır Platformu" kapsamında adını "Barış Treni" diye değiştirdikleri Gaziantep Mavi Treni'yle (yalnızca rengi mavi) İncirlik için Adana'ya gelmişlerdi.

Günlerdir kurşuni gökyüzünde yitmesine karşın barış elçilerini karşılamak için korkusuzca yüzünü gösteren Çukurova güneşinin aydınlattığı pırıl pırıl bir şubat sabahında Adana Garı'na gitmişti Barış Treni.

Gülecen, sevecen bakışlarla dostlarını kucaklayan gazeteci, yazar, ÇGD Genel Başkanı, duayenimiz, ağabeyimiz Mustafa Ekmekçi de vardı gelenler arasında. Ölümsüzlük iksirini yakalamış bir çocuğun duygulanımında kefirin insan ömrünü nasıl uzattığına ilişkin bilgileri sevdiklerine coşkuyla anlattığı günlerdi. O yaşında yaşama sıkı sıkı sarılmış bilinçli, yurtsever aydın kimliğiyle Adana'da düzenlenmesi planlanan "Barış Forumu"nun bayraktarıydı.

Kurşun atanlara çiçek sunarak bir yandan güncel sorumluluğunun gereğini yapan Ekmekçi, öte yandan Adanalı meslektaşlarıyla ortak mesleksel sorunları konuşuyordu. "Medya çeşitlenmesi" adıyla toplumsal yaşama illegal biçimde dayatılıp gazetecilik adına birçok değer yerle bir edilerek kartelleşme doğruğunda soluklanacak tekelleşme süreci çerçevesinde ele aldığı basın sorunlarını "ulusal bağımsızlık" çizgisinde irdeleyerek anlatıyordu. O günlerde ruhunu paraya satmayan iletişim organları bütünüyle ticarethaneye, okurlar da müşteriye dönüşmemişti. Basında tekelleşme tehlikesinin yol açacağı toplumsal tahribatı ilk görenlerdendi Ekmekçi. Bazıları gibi tekelleşme süreci tamamlandıktan sonra panzehirin yerel basın olduğunun ayırdına sekiz yıl sonra varanlardan değildi. Bu bilinçle Adana'da yapılan konuşmaların etkisiyle Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) ve Çukurova Gazeteciler Cemiyeti (ÇGC) bir yıl sonra, 1992'de birer ay arayla (Mayıs-Haziran) Anadolu'yu kucaklayan, yerel basının önemini kavrayarak ön plana çıkarmayı amaçlayan "Basın Kurultayları" düzenlemişlerdi.

Ekmekçi'yi sonsuzlukla kucaklaşmadan önceki sondan ikinci karşılaşmamızdı Adana'daki buluşmamız. Birkaç telefon görüşmesinden başka son kez ÇGD Güney Marmara Şubesi'nce Bursa'da düzenlenen panelde bir araya gelmiştik. Kefirin ölümsüzlük olmasa da ölüme uzun süre kafa tutturacak bir iksir olduğu konusundaki inancı yine çok canlıydı. İnsanlarımızı tahılla beslenme yazgılarından kurtarıp proteine doyuracak "Domuz Üretimi Projesi" ne de inancı tamdı.

ÇGD adı geçtiğinde ise ilk göreve geldiği günün coşkusu parlıyordu gözlerinde. En küçük yorgunluk belirtisi görünmüyordu. Hep gençlere güvenen, sonsuz gençliğe inanan orta yaşı geçmiş bir delikanlı olarak, "Bir dernek başkanlığı için altı yıl çok uzun süre. Önümüzdeki seçimlerde adaylığımı koymayıp bayrağı sahiplerine -gençlere- teslim edeceğim" diyordu gönül rahatlığıyla. O, hep onurlu burçlarda taşıdığı ÇGD bayrağını teslim edeceği gençlere bütün gönlüyle güvenirken ben Adana'da -Barış Treni'ni karşılayarak Cemiyeti politikaya alet ettiğim suçlamaları karşısında- anlaşılamamanın, Barış Treni'ni neden karşıladığımı üyelere ve meslektaşlara anlatamama sıkıntısının hüznünü yaşıyordum.

O, Köy Enstitüsünde açıp ulusal çizgiden sapmadan, evrensellik anlayışında boy vermiş bir bozkır çiçeği, gönül adamı, inançlı barış yolcusuydu.

Hani "ekmeği ekmekçiye yaptır yarısını yerse yesin" diye bir söz var ya, sanki Ekmekçi Üstat bu sözün yanlışlığını kanıtlamak için dünyaya gelmiş, ömrünü, paylaşarak sevgiyi çoğaltarak barışı yakalayıp aydınlık, çağdaş bir ülkenin onurlu bireyi olma çabasına adamıştı. Bildiğimce çabaları boşa gitmedi. Ektiği tohumlar yeşermeye başladı. Aydınlanma sürecinde tünelin ucu göründü. Umarım ve de dilerim ki, o görünen ışıktan başlayan insanlığı ülküsel güzellikteki dünyaya taşıyacak yolun mimarlarından biri olarak hep anılması saygınlığının başında sonsuza dek taçlanır...