İnsan Hakları Savaşımı ve Ekmekçi

Nevzat Helvacı (İHD Eski Genel Başkanı)

İnsan Hakları Derneği 17 Temmuz 1986 tarihinde kuruldu. Kuruluştan önce hemen hemen iki yılı bulan bir tartışma dönemi yaşandı. İlk olarak öne çıkan istek, tutuklu ve hükümlülerle dayanışmayı ve onların haklarını korumayı amaçlıyordu. Amacın böyle dar tutulması aydınlar tarafından benimsenmedi. İnsan haklarının bütün alanlarını kucaklayacak bir örgütlenmenin zorunlu olduğunda görüş birliğine varıldı. Örgütlenmenin biçimini ve amacını netleştirmek için İstanbul'da ve Ankara'da birçok toplantı yapıldı. Ankara'da evlerde yapılan bu toplantılar epeyce zaman aldı. Ankara'da yapılan toplantıya katılanlardan anımsayabildiklerim şunlar: Aziz Nesin, Tahsin Saraç, Halit Çelenk, Muzaffer İlhan Erdost, Akın Birdal, Haluk Gerger, Cevat Geray, M. Emin Değer, Mustafa Ekmekçi...

Yaşar Kemal, derneğin yaygın biçimde örgütlenmesine karşı çıktı. O, "komite" biçiminde örgütlenmeyi öneriyordu. Aziz Nesin başta olmak üzere bir grup arkadaşın da geniş tabanlı ve şubeli örgütlenme konusunda endişeleri vardı. Örgüt içinde fraksiyon çekişmelerinin doğmasından korkuyorlardı. Uzun  tartışmalardan sonra ortalama bir yolda anlaşma sağlandı. Örgütlenme şubeli olacak, ancak üye kaydı sınırlı tutulacaktı. Dernek tüzüğünü hazırlama görevi bana verildi. Hazırlık tamamlandıktan sonra İstanbul'dan gelen kurucu adaylarıyla birlikte Türkiye Ziraatçılar Derneği lokalinde yapılan bir toplantıda tüzük kabul edildi. Daha sonra Mülkiyeliler Birliği'nde yapılan ikinci bir toplantıda derneğin yönetim, denetleme ve omur kurulu üyeleri belirlendi. İstanbul grubunu Emil Galip Sandalcı yönlendiriyordu. Nitekim daha sonra İstanbul şubesinin ilk başkanı oldu. Ankara'da ise şube başkanlığını Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun tarafından 1402 sayılı yasaya dayanılarak emekliye sevkedilen Vali Güngör Aydın; bir yıl sonra ise Muzaffer İlhan Erdost üstlendiler. Dernek tüzüğünün İçişleri Bakanlığı'ndan geçişinin "9 ay 10 gün" süren uzun ve komik bir öyküsü vardır. Şimdilik ona değinmeyeceğim. İçişleri Bakanlığı uzun süre derneğin "amaç" maddesine takıldı. Bakanlığın belirlenen amacın "devlet tarafından bile gerçekleştirilemeyeceği" gibi ret gerekçesine resmi yazılarında yer vermiş  olmasını bugün bile "tebessümle" anımsıyorum.

Mustafa Ekmekçi, İnsan Hakları Derneği'nin doksan sekiz kurucu üyesi arasında yer aldı. Dernek yürütme kurulu üyeliğinde bulundu. Genel başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın kuruluş çalışmalarına katıldı, kurucu üye oldu. Ölüm cezasının kaldırılması ve genel af çıkarılması kampanyalarına önemli katkılarda bulundu. Haksızlığa uğrayanın, işkence görenin, gözetim altında kaybedilenin, faili meçhul cinayet kurbanlarının, zindanlarda ezilenin kamuoyunda yankılanan sesi oldu. İnançlı bir insan hakları savunucusuydu.

İnsan hakları savaşımını toplum katlarına ulaştırmak, bu alanda duyarlılık sağlamak amacıyla Anadolu'nun birçok kentinde Ekmekçi ile açık oturumlara, konferanslara, seminerlere katıldık. İnsan hakları ihlallerini yerinde incelemek üzere binlerce kilometre yol kat ettik. İyi bir yol arkadaşıydı. Halepçe'de kimyasal silah kullanılması nedeniyle ölen ya da ülkesinden kaçan veya Saddam'ın saldırısı nedeniyle Türkiye'ye sığınan insanların sorunlarından, 12 Eylül faşist darbesi nedeniyle ülkemizi terk eden insanların sorunlarına kadar bir dizi insan hakları ihlallerinin izleyicisi oldu. Bu görevleri üstlenirken hiç yüksünmedi, bu özverili çalışmaları nedeniyle övünme gereğini duymadı. Yitirdiği saygınlığını, etnik söylemlerle kazanmaya çalışan kimi sahte şövalyelerden değildi. İsveç gibi tüm siyasal sığınmacılara oldukça güvenli ortam sağlayan bir ülkede bile "illegal yaşamak" maskaralığına düşen kimileri, ortalık biraz durulunca ortaya çıkıp, onun yönetimde bulunduğu dönemi karalamaya çalıştılar. Ekmekçi, onlara da hoşgörü ile bakabilen engin gönüllü bir insandı.

Yaşamı güzelleştiren insanlar vardır. Onların varlığı sayesinde çıkarsız bir dostluğun, özverili bir arkadaşlığın tadına varırız. Bu kirlenmiş, çirkinliklerle dolu, katlanılması zor ortamda onların temiz dünyasını paylaşmak, yaşama bir anlam kazandırır. Şimdilerde geniş bir çevrede hemen hiç önemsenmeyen dürüstlük, içtenlik ve paylaşma onlar için bir yaşam biçimidir. Onlar aynı zamanda bir halk bilgesidir. Dünya görüşleri nettir, kültürleri süzgeçten geçmiştir. Ekmekçi, işte böyle bir insandı. İnsan hakları savaşımında onunla birlikte yer almaktan onur duyuyorum.

Ekmekçi'yi, "sesi duyulmayan insanların sözcüsü" diye tanımlamak doğru bir saptama olur. Yalnızca yazılarıyla değil, kişisel ilişkileriyle de birçok sorunun üstüne gitti. Patronların iş takipçisi değildi, emekçi sınıf ve tabakaların yanında saf tuttu. Eğilmedi, başı gökte, gönlü toplumun gönenci, insanların mutluluğunda, gözü doğacak umudun ufkundaydı. Ne yazık ki çevresine ışık veren böyle değerli bir insanı yitirdik. Işıklar şimdi daha az yanıyor, ışık verenler azalıyor. Acaba giderek karanlıkta mı kalacağız?