Ekmekçi Bir Yaşında

Ertan Ünver

Mayıs 1998'in 21. günü sevgili Mustafa Ekmekçi bir başka yaşam anlamında, uzam ve boyutunda birinci yaşını dolduruyor... Dünya ve insanı yorumlayışına bakınca, Ekmekçi, bu yeni yaşamında da kuşkusuz bu boyutta yaşadığı 70 yılki gibi cerbezesiz ve gösterişsiz yaşayacaktır, denebilir... Yurtiçinde ve yurtdışında dolaşıp durduğu gibi, yine öyle dolaşa dolaşa... Hemen her gittiği yerde insancan dostlar edindiği gibi, yine öyle edine edine... Ve yıllar yılı bu sürüp gidecektir kuşkusuz... Ancak yine cerbezesiz ve gösterişsiz...

Örneğin on, yirmi, otuz yıl sonra, dünyanın bilmem neresinde ya da yurtiçinde onun yaşamını yitirip bu yeni yaşama geçtiği 1997'nin Mayısı'nda dünyada olmayan ya da ölümün bilincine varmamış olan çok sayıda insancan dostlar edinecek. Bunu adım gibi biliyorum... "Nereden biliyorsun" diyecek olursanız, söyleyeyim. Şuradan biliyorum ki Mustafa Ekmekçi demek, doğallık demekti... Eee, bu ne demeye geliyor?.. Şu demeye: Hiçbir yapmacığı olmamaya... Hemen hemen doğduğu günkü gibi doğal bir yetmiş yılı, dolu dolu ve de gerçek anlamda insanı sevgiyle bütünleştirerek / özümseyip özümseterek yaşayabilmiş olmaya... Hem de sık sık, koyduğumuz adla andığımız, "Bu dünya olmadık dünyaya" karşın... (Dost insan, gönül adamı! Doğan Gözen'in kulakları çınlasın...)

Sevgili Ekmekçi, vardığı nokta için hiçbir özel çaba harcamadı, harcatmadı... Onun nedeni çok açık: Çünkü kendisini anlayan / anlamaya çalışan tüm "beyinlere" daha yanına vardıklarında bir iletide bulunuyordu, doğallıkla dolu havası: Biz insanız ve en önemli eksiğimiz, bizi doğal olmaktan uzaklaştıran ve dur durak bilmeden gelişkenlik peşinde savaşım veren yapısallığımızdır... İnsanlığımızdır... Ona "dur" demek, bizim için önemli ve çağdaş, uygar insanlık özelliğimiz olmalıdır...

Böylesi bir iletiyi alan insan aklı, -Ekmekçi'nin dilinde us'u- hiç boş durur mu? Hemen "yalın beyin" atılırdı insansal saçmalamanın üzerine... İşte Ekmekçi o nedenledir ki, bugünlerde 1 yaşına girdiği yeni yaşamında sürekli olarak seslenişlerine karşılık bulacak bir düzeyi yakalamıştır, doğallığına dayandırdığı 70 yıllık "bu"  yaşamı içinde...

Burada bir önemli özelliğini, izin verilirse Torbalı ile özdeşleştirmek isterim... (Artık bu aşamadan sonra, kimi anıları tazelemek zorunluluğu doğuyor...) O önemli olan özelliği, görünen sert-kimi nitelemelerle ve kendi aktardığı kamyon şoförü- yapısına karşın, "sık sık tanığı olduğum sulu gözlülük düzeyindeki" yumuşaklığı ile bütünleşen alaysamaya (ironiye) dönük yaklaşımıydı... Dünyayı ve insanı hep bir elmanın yarısı olarak görür ve anlatırdı; bunun yarara dönmediğini vurgulaya vurgulaya ve nedenini hiç çekinmeden, sömürgen kapitalizme göndere göndere... "Hoşgörü ile hoşsömürünün ayırdını bir gün yazmak isterim" dediği gün, Torbalı'da evde, ortalığı beş dakikalık bir sessizliğin kapladığını dün gibi anımsarım...

O gün, "insanla birlikte insanlık da çift kişilikli oldu; ancak bu çift kişilik bir elmadan çıktı" deyişini, bugünlerde çok özenli bir biçimde çözümlemenin gereği var sanırım!

Yirmi yıllık dostluğumuz boyunca Ekmekçi'den aldığımız bir somut ve önemli eylemselliğin, "gülmece Türkiyesi'nin / Torbalı'sının" oluşturulma gücü ve altyapısı olduğunu söylersem; -sevgili Müjdat Gezen'i içtenlikle anarsam- insanlık ayıplarına nasıl ivecen yaklaştığı daha iyi anlaşılır sanırım... Üç ayda Torbalı Güz Etkinlikleri'ni düzenleyebilme ve bunu yurda, dünyaya duyurma olanağını Ekmekçi sağladı dersem, eksik olur... "Ekmekçi'yi Ekmekçi yapan o yönlerin bütünsel etkinlik erki gerçekleştirdi" dersem, bir ölçüde anlatım gerçeğine varmış olurum.

Şimdi sevgili Ekmekçi'nin çok önemli bir yanını belirleyen anıya geçmeliyim...

Dikili Barış Şenlikleri'nin ve sevgili Osman Özgüven'in konuğu olduğumuz yılın yazıydı. Bir saat önce, -sayrılığı yüzünden katılamayan sevgili Nedim Tarhan'ın yerini de doldurarak- sevgili Akın Birdal'la bitirdiğimiz "dünya ve insan" konulu söyleşinin daha teri kurumadan deniz kıyısındaydık... İçkilerimizi yudumlarken Ekmekçi yerinden fırladı. Erdal İnönü, denizden çıkmış, giysileri kucağında, insanların arasından geçerek duşa gidiyordu... "Erdal Bey mi" diye sordu... Şaşırmıştı... Orada olduğunu bilmiyordu... Üstelik "öylece, sıradan, insancan gibi" davranışı yabansı gelmişti... "Şimdi tam sırasıdır söyleyeceğimin" dedi ve yürüdü. Az sonra önümüzden geçeceğini söyleyerek beklemesini önerdim; oturdu... On, on beş dakika sonra Erdal Bey yanımızdan geçerken seslendi. Yoğun gürültü arasında duyurmak için ivencenlendi; sesini yükseltti. "Çevreyi sarmışlardan" sertçe bir karşılık gördü, susması yönünde... Birden yerine çöktü... Ve gözlerinin akının tümünü çıkarta çıkarta, "Söyleyeceğimi sonra da söylerim; ancak benim söyleyeceğimi etkisizleştirecek olanlar, araya girenler şimdiden duvarları örmüşler. Söyleyeceklerimin uygulamaya geçmesini kesinlikle önlerler" dedi... Bana söylemek istediklerinin ne olduğunu öğrenmek kaldı; öğrendim. Az önceki Erdal İnönü doğallığının gücünü yenebilecek gücün olmadığını söyleyecekti, kendisine. İleride de söylerdi... Ancak doğallığının o doğal anlatım içindeki anlamı yitip gitmişti artık...

Sevgili Ekmekçi, hiç belli etmediği bir derinliğini daha betimlemişti o davranışı ile... Türkiye siyasasının bir kişilik sorununun altını çize çize... Sahi Erdal İnönü şimdi nerelerde?.. Kimler gönderdi bulunduğu yere?.. Kimler geçti boşalttığı yere?..

Bu kısacık yazdıklarım ve anlatımım için, bana kızma Mustafa Ağabey... Sürekli olarak "İnsana yaşadığı sürece kabalaşmamak için, yaşamından sonra ölüye saygı için çatılmazsa ne zaman çatılacak?" der dururdun... Bak işte dediğine uyuyorum... Senin için bu zaman o zamandır, yani bir başka yaşam anlamında uzam ve boyutunda yaşamaya başladığın/yaşadığın zamandır. Ayrıca bu zaman, senin için -senin değerlendirmendeki insan için- en önemli zamandır!.. Bu zamanda çatılmazsa, ne zaman çatılır ki sana!.. Tam da yaşamın iki boyutunu birden kapsadığın bu zamanda! Yoksa işin doğrusu, yaşamının ilk boyutunda olduğu gibi bu boyutunda da o tatlı sert çatmalarını bizlere sen gönderiyorsun da, bizler mi işin ayırdında değiliz? Eğer öyleyse n'olur bizi karşılıksız/çatılmasız bırakma!.. Buna, -sana- gereksinim giderek artıyor da!..

Cumhuriyet, 21 Mayıs 1998
Olaylar ve Görüşler