Domuz Eti ve Ekmekçi

Fatma Semiha Uçuk

Yıllardır, uçaklarda verilen yemeklerin içinden çıkan "Domuz eti yoktur" notuna öylesine bozulurdum ki aşağılandığımı duyumsayarak iştahım kaçardı. Bu konuda bir yazı yazmayı tasarlar, sonra da zamanım olmaz, sürekli ertelerdim. Ama bu kez, eskilerin deyişiyle, artık  "vacip oldu."

25 Haziran tarihli Milliyet  ve Hürriyet  gazetelerinde (Ben tatilde olduğum için ancak taşra baskısını görebildiğim Cumhuriyet'te bu haber yoktu, belki de İstanbul baskısında çıkmıştır) yayımlanan bir haberi görünce, daha otuzlu yıllarda sofrasında sürekli domuz jambonu yenen, yazın bira, kışın şarap eksik olmayan çağdaş bir ailenin çocuğu olarak, adeta tüylerim diken diken oldu. Belçika'da yaşayan, İzmir'e gelirken Swissair uçağına binen Belkıs ve Lokman Sever çifti, çocuklarına domuz eti yedirdikleri savıyla havayollarına Belçika ve Türkiye'de üçer milyon dolar olmak üzere, toplam altı milyon dolarlık iki tazminat davası açacaklarmış... Çocukları ölmüş mü, zehirlenmiş mi? Hayır değil, Milliyet gazetesi resimlerini de koymuş, her ikisi de turp gibi maşallah... Başörtüsüz, yakası ve kolları açık bluzu, mini eteğiyle anne, şortu ve kısa kollu gömleğiyle baba (kalın bıyıkları dışında) çağdaş insanlar görünümündeler. Tam tamına, "bir bardak suda fırtına" deyimini haklı çıkaran bir olay...

Rahmetli Ekmekçi sağ olsaydı bu haber üzerine neler yazardı kim bilir... Ardından ünlülerin, acılarını dile getiren yazılarını okudukça Ekmekçi için yazmak cesaretini yitiriyordum. Nitekim Beki Bardavid de 23 Haziran tarihli Cumhuriyet' in ikinci sayfasındaki yazısında, "Doğaldır ki büyük yitimleri, büyükler yazar. Mustafa Ekmekçi gibi bir ünlü için yazı yazmak, tanınmış yazarlara tanınmış bir hak..." demişti alçakgönüllülükle, ardından da eklemişti: "Ama benim yüreğim de tıpkı onlarınki gibi sevgi dolu Mustafa Ekmekçi için."

Domuz üzerine yazı yazılır da Ekmekçi anılmaz olur mu hiç? Önceleri yalnızca yazılarından tanıdığım Ekmekçi, Ankara'da sık sık evlerine konuk olduğum arkadaşımla aynı apartmanda oturuyordu ve arkadaşımın eşiyle yakın dosttular. (Kafa dengi olan kişilerin hangisiyle yakın dost değildi ki?) O dostlar karı-koca emekli olup İstanbul'a göçtükten sonra benim Ankara yolculuklarım da çok seyrekleşti. Cumhuriyet'  in Ankara bürosuna uğrayabilirsem -eğer o da kent dışında değilse - görebilir oldum onu... Bir de TÜYAP Kitap Fuarlarında fırat buldukça konuşurduk. En son bu yılın ocak ayındaki gidişimde son kitabımı, hem ona hem de öbür Cumhuriyet yazarlarına vermek için büroya uğradığımda gördüm onu, odasını çepeçevre kuşatan o güzelim domuz resimlerini, biblolarını bir kez daha seyrettim. O da bana son çıkan kitabını imzalayıp verdi. O gün bir resim sergisinin açılışına çağırılıymış, beni de beraber götürdü. Ramazandı ve sergideki kokteylde içki yoktu, yalnızca kola ve meyve suları vardı. Dönüşte, beni metro istasyonuna kadar geçirirken hep gericilik (irtica) ve yobazlar konusunda konuştuk, bir ressamın nasıl olup da Refah Partisi'nin yasaklarına uyduğuna şaşarak...

Paris'ten dönerken, uçağa biner binmez hostesten istediğim Cumhuriyet gazetesinin ilk sayfasında resmini ve acı haberi görünce yıkıldım. Artık bundan sonra domuz üzerine yazılar yazamayacak Ekmekçi... Bizler gibi öksüz bıraktığı domuzlarına, ülke besin varlığındaki katkısına sahip çıkmak için çaba harcamak, biz sevenlerinin ödevi olacak bundan sonra...

Cumhuriyet, 18 Ağustos 1997
Arada Bir