Mustafa Ekmekçi beni telefonla evimden arayıp hal hatır soruyor. Sesi çok kötü çıkıyor. O'nun sorularını yanıtlamayı bırakıp ben kendisinin sağlık durumunu soruyorum. Önce ablasının hastalanıp Ankara'ya getirildiğini, hastaneye yatırıldığını ve çok üzgün olduğunu söylüyor. Arkasından sorumu yanıtlıyor: "Kötü."
Ekmekçi'yle son kez görüştüğümü daha sonra anlayacağım. Gerilere dönüyorum. Çok gerilere. 1963'e filan. Orada burada rastladığım cana yakın bir insan. Tam anlamıyla bir köy çocuğu. Ekmeğini ve mesleğini taştan çıkaran bir gazeteci. İçtenlik dolu, sevgi dolu bir dost. Dostluğumuz yavaş yavaş ilerliyor. Köyden kalkıp gelmiş, başkentteki gazeteciler arasında kendine özgü bir yer edinmiş, halka dönük bir insan.
Yıllarca sonra O'nu ister istemez televizyonda beraber çalıştığım Adem Yavuz'la kıyaslayacağım. Adem de bir köy çocuğu. O da kalkıp Ankara'ya gelmiş, dünyanın "mucizesi" sayılan elektronik alanında kendine bir yer edinmeye başlamış. Ama Adem, askerlikten döndükten sonra yeniden görevlendirilmediği televizyonda istediğini bulamadı ve gazeteciliğe başladı. Ekmekçi ise uzun yıllar gazeteciliğini sürdürebildi ve en sonunda Cumhuriyet' te doyuma ulaştı. Ödünsüz, çirkinliklere asla kaçmadan, insanlığı ile gazeteciliğini birbirinden ayırmadan... Adem de yaşasaydı, yokluklar ve yoksulluklar içinden çıkıp yozlaşmadan ve çizgisini hiç değiştirmeden olgunlaşır ve kamuoyunu dürüstçe oluşturan gazeteciler arasında yerini alırdı diye düşünüyorum. Bu insanlarımızla ne denli övünç duysak azdır.
Ekmekçi, yaşama ve mesleğine çok alçakgönüllü biçimde yenilikler getiren, herkese sıcak bir ilişkiyle sarılan, en ağır sorunları bile gevrek kahkahasıyla savuşturan, eşsiz bir insandı. Bu niteliklerinden ötürü de O'nu Emil Galip'le kıyasladım. Her ikisinin beraber olduğu meclislerde bulunduğum için mutluluğuma doyum olmazdı.
Ekmekçi'nin hakikatli ve vefalı yanını unutmamız olanaklı mı? Ne zaman başımız derde girse, yanımızda değil miydi? Eğer sorunlarımızı gazeteciliğe girdiğine inanmışsa, kalemiyle… Eğer sorunlarımız gazeteciliğe girmiyorsa, tüm varlığı ile… Aradaki ince çizgiyi her zaman ustalıkla çizmeyi bilerek, duyarak ve duyumsatarak… Her zaman her başı derde girenin yanında. Böyle kaç insan tanıdık? Kaç gazeteci tanıdık?
Birlikte sayısız konuşmalara, açıkoturumlara, tartışmalara katıldık. Birlikte Cumhurbaşkanı'na bile çıktık. Selanik'te tüm Balkan ülkelerinin gazetecileriyle beraber "birlik" kurmak için çalıştık. Hepsinde en ağır sözleri bile en yumuşak ve en gerçekçi biçimde anlatarak taşı gediğine koydu. Keşke yalnız o konuşsa diye düşündüm hep.
Selanik'te biri Bulgar, diğeri Yunanlı iki gazeteci O'nun konuşmasını dinledikten sonra, "Demek sizin Ekmekçi'niz bu. Ne denli övünç duysanız az" dediler bana.
Bizler Ekmekçi'mizle her zaman övünç duyuyorduk zaten. Hiç olmazsa, bunu yapabildik. Övünç, sevgi ve saygı … Şimdi sıra özleme geldi.
ÇGD/Çağdaş Basın, 21 Mayıs 1997