12 Mart'ın en karanlık günleriydi...
İzmir'in, Şirinyer'inde, küçük çıplak bir sırta tünemiş beyaza boyalı askeri cezaevinin koğuşlarında, bir avuç insandık.
Ekmek kadar, hava kadar, su kadar, habere de ihtiyacımız vardı.
"Acaba Mamak'takiler şimdi ne durumdalar?.."
"Falancanın sağlığı nasıl?.."
"Filancanın ailesi ne yapıyor?.."
* * *
O yıllarda, televizyon henüz yaşantımızın bir parçası haline gelmemişti.
Radyonun haber bülteni, yalnızca hangi "anarşistin" nerede kıstırılıp öldürüldüğünü, hangi iddianamenin "vatan hainleri" için ne cezayı istediğini ve hangi mahkemenin kimi ne kadar yıla mahkum ettiğini anlatırdı.
Gazeteler ise, genellikle, bir gün önce radyodan dinlediğimiz haberleri tekrarlamakla yetinirdi.
* * *
Yine de, her sabah sayımdan sonra gazetelerin gelmesini dört gözle beklerdik.
Özellikle Yeni Ortam' ı...
* * *
Mustafa Ekmekçi'yi, ben ilk kez Yeni Ortam' daki, "Ankara Notları" köşesinde tanıdım.
Yazılarının en büyük özelliği sadelikti.
"Sıradanlık" ın tam zıddı bir sadelik.
* * *
Ekmekçi, her gün, en çok merak ettiğimiz soruların cevaplarını, bir soru işaretinin çengeline asılmış olarak önümüze koyar; sanki ziyaretimize gelmiş de, hemen yanı başımızda duran gardiyanı hafiften kolluyormuş gibi, usul bir sesle, şu tür şeyler anlatırdı.
Kocası (...) cezaevinde yatan, (...) dün çocuğuyla birlikte ziyaretime geldi. İlk zamanlarda çok sıkıntı çekmiş, ama şimdi bir iş bulmuş. Geçen gün ziyarete gittiğinde eşini çok neşeli görmüş; ziyaret yerinin karanlığında tam seçememiş, ama sanki gözünün altı biraz mor muymuş ne?..
* * *
Cezaevindeki dostlar...
İşten atılmış öğretmenler...
Haksızlığa uğramış, ama sesini duyuramamış insanlar...
Hepsi, onun köşesinde bir sığınak bulurlardı.
* * *
O yüzdendir ki, "Türkiye'nin, kesintisiz en uzun süre cezaevinde yatan siyasi mahkumu" Aydın Çubukçu, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, "cezaevi günlerini" bir tek ona anlattı.
Basın dünyasında, kendini "borçlu" hissettiği tek insan oydu.
* * *
Aradan yıllar geçti...
Gazeteciliğe başladım...
Ekmekçi'yle, bu kez "el sıkışarak" tanıştık.
Hali tavrı, tıpkı, yazılarını okurken kafamda canlandırdığım gibiydi...
Sade ve yalın...
"Medya dünyası" adı verilen "maskeli balo" nun ortasına yanlışlıkla düşmüş "köy enstitülü" bir emekli öğretmen izlenimi uyandırdı bende hep...
Onu, bir televizyon programında ahkam keserken, ya da "devlet büyüklerimiz" in karşısında, yüzünde riyakar bir gülümseme, gerdan kırarken düşünebilmek mümkün değildi.
* * *
Bugün güzel bir insanı daha son yolculuğuna uğurluyoruz.
Güle güle Ekmekçi...
SiyahBeyaz, 23 Mayıs 1997
Yorum