Cumhuriyet'in Ağır İşçisiydi

Berin Taşan

19 Mayıs'ta çektiğim telgrafı bilmem görebildi mi? "Bugün 19 Mayıs 1997. Mustafa Ekmekçi'nin yoğun bakım odasında değil, meydanlarda, açıkoturumlarda, kitap şenliklerinde olacağı bir gün. Yurtiçinde, yurtdışında, sağlığına kavuşman için hiç düşünmeden sana organını verecek, yüzünü görmediğin binlerce can dostun var…"  En çok da o akşam Hipodrom'daki o büyük, o görkemli müzik şöleninde olmasını dilerdim. Yoğun bakım odasında bile sırtüstü uzanıp yatacağına ihtimal veremiyordum. Kesinlikle kafasında kurduğu dizi yazılar için notlar alıyor, doktorlara bir şeyler soruyordur. İzmir'e her gelişinde soluk soluğa ne kadar görüşeceği insan, ne kadar yapacağı iş vardı. Son kez fuarda kitaplarını imzalarken görmüştüm (11 Mart 1997). Bir yandan kitaplarını imzalıyor, bir yandan bana yanıt vermeye çalışıyordu. Sağlığı yerinde değildi. Oturduğu sandalyeden güçlükle doğruluyordu. Bakışımdan anlamış olacaktı:

"Biraz sonra Prof. Dr. Veli Lök gelecek. Telefonda görüştüm, yerine gitmeye zamanım yok. Sen kitaplarını imzala, ben oraya gelirim" dedi.

Sağlık sorunlarıyla böyle boğuşurken, bu yoğun iş arasında o güzelim dizi yazılarına kaynak olan belgeleri nasıl buluyordu? Söz gelimi o günlerde (Şubat, Mart 1997) dizi halinde çıkan "Yobazlar Elinde Din" , "Soyguncular Elinde Din", "Şeriat Mahkemesi" , "Türkçe Tapınma" gibi kesip sakladığım o güzelim yazılarına kaynak olan Mahmut Esat Bozkurt'un belgesel niteliğindeki, yalnız İzmir Anadolu gazetesinde yayımlanan o yazıları nasıl bulmuştu? Yaptıkları sanki çok önemsiz şeylermiş gibi yüzüme gülümseyerek bakıyor. Mahmut Esat Bozkurt dönemi savcılarından ve günümüz savcılarından konuşuyoruz.

"Mahmut Esat Bozkurt, cumhuriyet savcıları için Cumhuriyetin Efesi dermiş. Mahmut Esat Bozkurt'un o deyimi ilk kez kullandığı olayı konu edinen Akşam'da 1965'te çıkan yazımdan söz ediyorum (Cumhuriyetin Efesi)."

"Ankara'ya gidince bana o yazıyı gönder. "

Samim Kocagöz'ün ölümü nedeniyle İzmir'e geldiğinde de rahatsızdı, ayakları şişmişti, zorlukla yürüyebiliyordu. Biraz da sağlığınla ilgilensen, demiştim.

"Foça'dan, 90 yaşında Ferit Oğuzbayır, Köy Enstitüleri'nin yıldönümünde beni çağırmış, nasıl gitmem?"

Kırklareli'nde Sabahattin Ali'yi anma gününe çağrılır, gider. Dikili Festivali'ne, Torbalı Kültür Şenliği'ne söz verdiği saatte yetişir. Sinop'tan Hamdi Konur çağırır, kıramaz gider. Sonra bir haftalık geziden "Sinop Güzellemesi" ile döner. Bütün gittiği yerlerden dönüşünde olduğu gibi. O kadar ününe karşılık o hep, kırk beş yıl önce Konya'da yerel bir gazetede köşe yazarlığına yeni başlamış "Hasırşapkalı Adam" dır.

Cumhuriyetin bütün kazanımlarının ödün vermez bir savunucusu, inatçı bir takipçisiydi. Halkevleri, Türk Dil Kurumu, Köy Enstitüleri, laiklik, yargı bağımsızlığı üstüne ne kadar yazı yazdı. "Cumhuriyete kanat geren"  ne kadar hakkı yenmiş adsız kahramanı tanıttı. Karanlık ilişkilerin, siyasal amaçla işlenen faili belirsiz cinayetlerin, hırsızlıkların, vurgunların; işinden atılması pahasına üstüne üstüne gitti. İzmir Kitap Fuarı'nda son imzaladığı "Öksüz Yamalığı"  na bakıyorum. İçinde bir tek "laf olsun, torba dolsun" çeşidinden, eveleme - geveleme, bulanık, soyut, kaçamak yazı yok. Köy Enstitülerini kuranlar, aşağılık oyunlarla onları yıkanlar, o enstitülerden yetişenler ve Köy Enstitülerini yaşatmak için savaşanlar ad ad, tarih tarih, yaptıklarıyla ettikleriyle, açık seçik tanıklarıyla belgelendirilerek yazılmış. Ne bir fazla, ne bir eksik. Hep sorarlardı, "Mustafa Ekmekçi Enstitülü mü?" diye. Ekmekçi yargı bağımsızlığı üstüne de ne kadar yazı yazdı. Ölen Yargıtay üyesi ağabeysinden başka yargıyla ne ilgisi vardı? Hep Köy Enstitüleri, Türkçe ezan, dilin özleşmesi, domuz eti, unutulan 27 Mayısçılar, Halkevleri, kapatılan Türk Dil Kurumu, yargı bağımsızlığı, karanlıkta vurulan Muammer Aksoy'lar, Uğur Mumcu'lar, Doğan Öz'ler… Evet bütün yazdıkları, aydınlık bir Türkiye için savaş veren namuslu, yiğit insanlar üstüne. Ama korkak, hain, satılmış, dönek, hırsız, uğursuz, kalleş insanlar için tek satırı yok.

Cumhuriyet, 9 Temmuz 1997
Arada Bir