Ekmekçi, Güle Güle!

Tarık Dursun K.

Kimi insanlar vardır, yaşama karşı dirençleri ve olağanüstü bağlılıklarıyla kıskanılırlar. Yaşam dediğimiz o "şey" i bu kişilerde gözle görülür, elle tutulur bir biçimde gözlemlersiniz. Onlar çevrenizde iseler, sizi de etkilerler, sizi de yaşamseverliğe yönlendirirler. Onlar sizinle varken yaşama daha başka, daha değişik bir gözle bakarsınız. Karşı iseniz, yaşamsever olursunuz. Direnciniz artar, bağlılığınız büyüyüp çoğalır.

Mustafa Ekmekçi, bu tür insanlarımızdandı.

O'na İstanbul'da Ankara dönüşlerinde, özellikle de gece nöbetleri sırasında, çok sık, Esenboğa Havaalanı'nda rastlardım. 50'li yılların sonlarına doğruydu ve İlhami Soysal'ın eşi Bahriye Soysal da onunla birlikte Esenboğa'da çalışıyordu. Bir de bakardım, kısacık, boyu, kara kuruya çalan yüzünde binlerce gülücük, bu, bekleme salonunda. Yolcuların uçağa alınmasına dek olan sürede her şeyden konuşurduk, önce edebiyattan sonra, politikadan. O yıllarda gazeteci olmaya niyeti var mıydı? Kestiremiyorum.  Sonra baktım, gazeteci olmuş. İlkin Ankara gazetelerinde, sonra İstanbul gazetelerinin Ankara temsilciliklerinde. Aynı yıllarda Vatan' dan Milliyet' e geçmiştim; Abdi İpekçi'nin üç gözdesinden biriydi; öbür gözdeler, İlhami Soysal ve Orhan Tokatlı'ydı. Mustafa Ekmekçi (kısa adıyla Ekmekçi) bu gözdeliğe bütün Milliyet yaşamı boyunca "sadık" kaldı, gazetesi için iyi "iş" ler çıkardı. Derken Kemal Bisalman'ın fırtınalı gazetesi Yeni Ortam' da gördük O'nu. İşin hoşu, ben de aynı gazetedeydim, birlikteliğimiz burada da sürüyordu.

Gariptir; çalışanlar, hep son çalıştıkları "yer" le hatırlanırlar. Ekmekçi de son olarak Cumhuriyet' teydi, onu o gazetede bulanlar hep Cumhuriyet' teydi, oldum bittim Cumhuriyet' te yazıyor bellemişlerdir. "Satır aralarında yazmak" ve okurunu o satır aralarından sezdirerek gizli saklı olmuşlarla olacakları ya da olabilecekleri duyurma yönteminin "kâşif" i de O'dur. 12 Mart ile 12 Eylül; karanlıkların yaşandığı dönemlerdir. Baskı, dayanılmaz raddelerdeydi, sıkıyönetimler gazetelere de, gazeteciler de soluk aldırmıyordu.

Ama meslek gereği okuru haberlemek, bilgilendirmek görevdi, bunun için ne yapılabilirdi? Bir şeyler yapmak... Zorunluydu da üstelik. Okur, habersiz bırakılamazdı. Bu zoru yenen ilk meslektaşımız, Mustafa Ekmekçi oldu. Kristof Kolomb'un yumurtası kadar yalın bir yöntem buldu. Haberi satır aralarında okura ulaştırmak.

O sıralarda "üslûp" konusunda da bir arayış içindeydi, denedi bunu da başardı. Salt okur değil, en usta gazeteciler bile neler oldurulduğunu, nelerin oldurulacağını zaman geldi; Mustafa Ekmekçi'nin "Ankara Notları" ndan öğrendiler. Meslekte dürüsttü, özel yaşamındaki kırsal kesim insanının gelenekçi, vazgeçilemez dürüstlüğünü olanca tutarlığıyla kişisel yaşamından gazeteciliğe de taşıdı. Satılmadı. Satın alınmadı, alınamadı. Dürüstlük onun "karakteriydi". Kuşkusuz, kimilerine göre, bu, "modası geçmiş, köhne, çağ dışı" bir tutumdu, olabilir. Hatta "kısacık insan ömründe" yapılabilecek en büyük enayilikti de.

Mustafa Ekmekçi ona yakışanı, ona özgü olanı seçmişti; yakınmasız ve yüksünmeden hem de ölümü, "yakışıklı" ölümdür.

Dünya, 29 Mayıs 1997
Pazartesi/Perşembe