Acı Çarşamba

Ayşe İlhan

Hastaneye yatırıldığını duyduğumda yüreğim cız etti; kafamı toparlayamadım; bir sezgi ile çaresizlik içine yuvarlanır gibi oldum. Telefona sarılıp hastaneyi aradım. Sevgili kızlarından biriyle konuşabildim. Bildiklerini anlattı; iki gözüm iki çeşmeydi, ne diyebilirdi çocuk. Sonradan ulaşan haberler de derde deva değildi pek. Gazetemizde çıkan bildiriler ise avuntu gibiydi. Büroya gidemiyordum. Kapıdan girdikten sonra ne olacaktı? Başımı sağa çevirip Ekmekçi'yi göremedikten sonra ne işim vardı orada... Pazarlar, salılar, perşembeler geçiyordu; neredeydi Ankara Notları; neredeydi Ekmekçi? Tayınımızı kesmeye ne hakkı vardı? "Ah bir gelse Ekmekçi, beş çeşit ağır hastalıkla hastaneye kaldırılmak ne demek, niçin kendini kollamadın, o yana bu yana ne demeye öylesine koşturdun diye çıkışsam ona!" diye düşünüyor, kendimi avutmaya çalışıyordum.

21 Mayıs, 13.00 Haberleri: Ekmekçi ölmüş, olacak şey miydi? Sonradan büroda Işık Kansu'nun dediği gibi "Bir yığın zararlı insan ortalıkta dolaşırken böyle güzel insanlar nasıl yitip gidiyordu..."

Cumhuriyet' in bundan önceki bürosunda "İki Gözüm Ayşe" için çalışırken tanıştık Ekmekçi ile. O, Avrupa'da idi; odasında açtık dosyalarımızı. Çok sevdiği Sabahattin Ali'nin mektupları, onun masasında gün ışığına kavuştu ilk kez. Dönüp geldiğinde güler yüz gösterdi ve sürekli ilgilendi bizimle. Sevgili Uğur Mumcu, endişeler uyandıran nedenlerle evinde çalışmaya başlamıştı; büroya gelmiyordu. Biz de dosyalarımızı onun odasında Sakıncalı Piyade'nin Kuvayı Milliyeci gözlerinin önüne taşıdık. Ekmekçi, her akşam uğrayıp yeni harflere çevrilen mektupları hoşlanarak okuyordu. Ne sevimli adamdı; yazılarında annesinin "kara oğlum" dediğinden söz eder, pek esmer imgesi uyandırırdı hep. Oysa, kalbinin, kafası ve güzel ahlakının ışıklandırdığı yüzü, bana pırıl pırıl görünüyordu. Odası, hacet kapısı gibiydi. Kendi dertlerine hiç mi hiç aldırmamış meğer.

Ülkesi için böylesine çırpınan, haksızlıkları korkusuzca ortaya döken, kılı kırk yararcasına belgelere bağlı; araştırmalarıyla sahipsiz kalmış gibi görünen birçok sorunu geçmişi ile aydınlatarak yüreklerimize su serpen şaşmayan değer ve kadirbilirliğiyle bir Ekmekçi nasıl yetişir, bir düşünmeli. O kıratta bir gazeteci altınla tartılamaz ki...

Evlere sığamıyordum; büroya koştum. Kalabalıktı; odasında defter açılmıştı. Oraya giremeyecektim; Anadolu güneşinin ısıttığı o sıcacık sesi nerelerde gizliydi acaba; bir kez daha duyabilseydim!

Şu günlerde ne denli gerekliydi yazılarıyla...

Gülüşü ve kahkahalarıyla anımsanıyor Ekmekçi; ben neden gözyaşlarına boğuluyorum böyle..

Yerin doldurulamadıkça daha çok dövüneceğiz aziz Ekmekçi!

Güle güle; yolun yüzün gibi ışıklı olsun, canım Ekmekçi!..

Cumhuriyet, 4 Haziran 1997
Arada Bir