Gazeteci milleti geçen cuma günü Ankara'da Mustafa Ekmekçi'yi toprağa verdi. Sevgili Ekmekçi yazılarını yüreğinden geçirerek yazardı. Tam gün yaşardı mesleğini. Gazetecilik onun için bir hayat tarzı olmuştu. Yani gerçekten gazeteciydi.
Otuz yıl öncesine uzanan hatıralar sanki şimdi dipsiz bir kuyu. Düşündükçe içine doğru çekiliyor, kayboluyorum.
"Tak tak tak!"
"Kapı çalınıyor."
"Kim o?"
"Ben Ekmekçi."
"İstemem, var ekmeğimiz."
"Yav, ben Mustafa Ekmekçi..."
Ya da:
"Zır zır zır!"
"Telefon çalıyor. Bu saatte kim arar?"
"Alo!"
"Ben Ekmekçi."
"Yahu Ekmekçi, saatin kaç olduğunun farkında mısın?"
Cevap, Ekmekçi'nin o kulak çınlatan gevrek kahkahası...
* * *
Gece yarısından sonra ya da sabahın köründe kim bilir kaç kez telefonla uyandırılmıştım Ekmekçi tarafından. Yalnız ben değil, Ankara'da kim bilir kaç politikacı aynı akıbete uğramıştır.
Çünkü Ekmekçi haberin başına sabahın köründe oturur, gece geç vakit kalkardı. Haber kovalamakta inatçıydı. Bizim mesleğin deyişiyle bir fikri takip ustasıydı o.
Hatırlıyorum.
1979 yılı olmalı. Ecevit hükümeti iş başında. Cumhuriyet' in Ankara Temsilcisiyim. Diplomatik muhabir de Sedat Ergin. Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı başkentte. Çok önemli bir şeyler döndüğünün farkındayız. Ancak haberi bir türlü sökemiyoruz. Saat gece yarısını geçmiş. Baskı yaklaşıyor, zaman daralıyor.
Son umudumuz Ekmekçi.
Zira o saatten sonra ancak Ekmekçi uyandırabilirdi bakanları, müsteşarları. Çat kapı Ekmekçi'ye gidiyoruz. Dışişleri Genel Sekreteri de Büyükelçi Şükrü Elekdağ. Ekmekçi, "O da galiba Konyalıymış, Ereğli'yle ilgisi mi varmış neymiş" diyor. İki dudağının arasında çiğnermişcesine içtiği cigarası...
Bilmediği bir konu olduğu için, Sedat soruları yazıp önüne koyuyor. Ekmekçi, Büyükelçi Elekdağ'ı yatağından kaldırıyor. Gecenin o saatinde önce bir Konyalı muhabbeti başlatıp havayı ısıtıyor telefonda. Sonra soruları soruyor. Yanıtlarını yüksek sesle tekrarlarken Sedat hızla not alıyor. Arkasında doğru Rüzgarlı'ya, matbaaya koşturuyor.
Ertesi sabah sekiz sütuna manşetin, atlatma haberimizin keyfini yaşıyoruz hep birlikte...
Yıllar böyle geçiyor.
* * *
Ekmekçi, 1960'larda 27 Mayıs'la basın sahnesine çıktı. Ben onu 12 Mart' a beş kala bir gün Devrim dergisinde, Doğan Avcıoğlu'nun yanında tanıdım. Dostluğumuz 12 Eylül' lü yıllarda devam etti gitti.
12 Mart'lı yıllarda Yeni Ortam' daki köşesini her gün merakla okurdum. Yarı-askeri yönetim altında acı çeken sol aydınların sesini duyururdu. Kim gözaltına alınmış? Kim salınmış? Kime hapiste ne olmuş? Kim nerede? Ekmekçi'nin köşesi yanıtlardı bu soruları.
Hem aydınların nabzını tutar, hem solda ne olup bittiğini anlatır, hem de başkentin siyasal havasını yansıtırdı. Her askeri yönetim döneminde olduğu gibi, 12 Mart döneminde de her şey açık açık yazılamadığı için satır araları makbuldü. Ekmekçi de muhtemel gelişmeleri Ankara Notları' nın satır aralarında çok iyi verirdi.
Çünkü cesur ve dürüsttü!
Ekmekçi'yle 1974 yılında Cumhuriyet gazetesinde buluştuk. Ben Ankara Temsilcisiyken iki yıl da komşuluk yaptık. Ailem İstanbul'da olduğu için, Ekmekçi'nin sonradan çalışma mekanı olarak kullandığı tek göz bir dairede kalıyordum.
Bazen sabah erken kapım çalınırdı. "Gel, şimdi senin bir şeyin yoktur yiyecek, tarhana çorbası yaptım" derdi. Kimi zaman da küçücük sahanlarda sucuklu yumurta pişirirdi.
Ekmekçi'nin bakışlarına da yansıyan dostluğu insanın içini ısıtırdı. Doğan Hızlan'ın deyişiyle bozkır yanığı yüzündeki gülümsemesi gözümün önünden hiç gitmeyecek. Gevrek gevrek gülüşüne, "öğle çorbaları" na, rakı masalarına yansıyan yaşama sevincini hep hatırlayacağım.
Ekmekçi'yle Cumhuriyet' te 18 yıl birlikte çalıştık. Anadolu aydınlarını kendi sütununda en çok o anlattı. Onların sıkıntılarını, özlemlerini bıkmadan usanmadan kamuoyuna yansıttı. İlgisini hiç eksik etmedi onlardan. Solun bir kesiminde ne olup bitiyor, en çok Ekmekçi'nin sütunundan izlenirdi.
İnatçıydı.
Gazetenin yeterli ilgiyi göstermediğine inandığı kişilere günlerce sütununu açardı. Bazen kızdı mı, yüzü kararır, zılgıtı çeker, ama çok çabuk yumuşardı.
Hatırlıyorum.
Kimi zaman dertleşirken "Bugün ne yazacağım diye daktilomun başında kıvranacağım günleri Tanrı bana göstermesin" derdi.
Bu bir gazeteci korkusu idi. Yani konusuz kalmak... Yazacak bir şey bulamamak... Ya da Ekmekçi'nin deyişiyle masa başı yazısı yazmak...
Korktuğu Ekmekçi'nin başına hiç gelmedi. Çünkü o hep olayların içinde yaşamayı sevdi, her gerçek gazeteci gibi... Bakın, giderayak yazdığı en son Ankara Notları "Yargıda dinci ayak oyunları" başlığını taşıyor.
Koca Ekmekçi!
Seni hep iyi hatırlayacağım kardeşim, rahat uyu!
Sabah, 25 Mayıs 1997