Mustafa Ekmekçi'nin Tükenmez Emeği

Orhan Duru

Mustafa Ekmekçi birdenbire aramızdan ayrıldı. Onun orada, Ankara'da bulunması önemli bir dayanaktı bizim için, bizler için, tüm ulusumuz için, bütün emekçiler ve çile çekenler için. O da bunu bildiği için alabildiğine dayandı. Kolay değil 40 yıldan çok gazetecilik ve yazarlık mesleğini sürdürmek, her gün ya da haftanın büyük bir bölümünde yazılar yazmak, hem de bu yazıların ilginç olmasını sağlamak.

Mehmet Kemal'le konuşuyoruz ve bana Ekmekçi'nin deyişinden söz ediyor. "Kendine özgü bir anlatımı vardı." diyor, sonra ekliyor: "Beğenirsiniz beğenmezsiniz kendine özgü bir anlatış biçimi, yazı biçimi vardı. Bu önemli bir şeydir." Ekmekçi'yi elinden tutup gazeteci yapan Mehmet Kemal söylüyor bunu. Anımsıyorum. Bir zaman, askeri yönetimlerden birinde, işkence sorunu ortalığı sarmış, sıkıyönetim de var, kimse bir şey yazamıyor. Basın baskı altında. Ekmekçi sorular sorarak anlatmak istediklerini anlatıyor ve ortalığı sarsıyordu. Örneğin soruyordu: "Filancaya işkence yapılmış mı ne? Filanca falan göreve atanmış mı ne? Partiler kapatılacak mı ne?" Böylesine bir yazı biçimine sıkıyönetim yetkilileri de bir şey yapamıyordu.

Sorular sormak, hep durmadan soru sormak doğasında vardı Ekmekçi'nin. Anlatımında ve yazılarında tüm konuştuklarına ve duyduklarına, kaynaklarıyla birlikte yer vermek isterdi. Herkesin adını bulurdunuz onda. Böylece ayrıntılı bir görüntüsü çıkardı güncelin. Onun yazdıkları bu ayrıntılar nedeniyle geleceğin araştırıcılarının başlıca kaynaklarından biri olacaktır, sanırım. Tam bir iletişim adamıydı. İlişkileri sonsuzdu. Herkese ulaşır, herkesle konuşur, onların görüşlerini kendi içinde olgunlaştırıp ölçüp biçerek ulaştırırdı okurlarına. Onu birlikte çalıştığımız Ankara basın ortamında hep telefonda uzun konuşmalar yaparken ya da onu ziyarete gelmiş kimselerle konuşurken anımsayacağım. Yazmayacağı hiçbir konu yoktu. Her şeyle ilgilenir ve sürekli sorular sorardı. Aldıkları yanıtlar içinde mutlaka ilginç bir konu bulup çıkarırdı.

Ekmekçi'nin kendine özgü anlatımı konusuna değinmişken Türkçeye gösterdiği özeni de unutmayalım. Türkçeye gönülden bağlıydı. Bir kez bir Türkçe sözcük buldu mu sonuna kadar kullanırdı onu. "Sayrıevi" bunlardan biriydi örneğin. Hastane diye yazdığını görmedim. Yaşamı da bir sayrılarevinde son buldu. Türk Dil Kurumu'nun ona verdiği ödülleri bir onur bildi tüm yaşamı boyunca.

Öğretmenlere, özellikle Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenlere büyük önem verirdi. Onların sorunlarıyla ilgilenirdi her zaman. Ülke için eğitimin önemine inanırdı yürekten, ama bu eğitim nasıl olmalıydı? Bu konuda aydınlıkçı ve devrimci bir anlayışa bağlıydı ve eğitim alanındaki sapmalar, aydınlık kafalı öğretmenlerin karşılaştığı zorluklar çok üzerdi onu. Onların sorunlarını üstlenir ve paylaşırdı bunları okurla.

Ekmekçi kimi zaman bir sorunu ele alır ve konuyu nerdeyse sonsuza dek didikler, irdeler, her yönüyle ortaya koymaya çalışırdı. İşinde inatçı ve takipçiydi. Yakaladığı bir konunun peşini bıraktığını anımsamıyorum. Usta bir gazeteciydi kuşkusuz. Bunda da tükenmez merakının ve direnme gücünün payı vardı elbette. Başladığı bir işin peşini bırakmaz ve yapışırdı ona.

Şimdi geriye dönüp baktığımızda topaç gibi, tıkız, esmer, güleç bir Ekmekçi geliyor gözümün önüne. Son gördüğümde biraz zayıflamıştı ama bendeki görüntüsü yukarda belirttiğim gibi kalsın istiyorum... Konya'nın Toros dağlarındaki Hadim kasabasından olduğuna göre, onda Selçuk ya da Çağatay kökeni olabilir diye düşünürdüm hep. Hepimizden daha esmer bir insan. Dağların, bozkırların, yaşam zorluklarının kavurduğu bir Anadolu insanı...

Geriye bıraktığı yapıtları, yazdığı binlerce yazı, bir basın ve özgürlük emekçisinin yaşam boyu verdiği onurlu uğraşın kanıtlarıdır artık. Hepimize ve gelecek kuşaklara kalan bütünüyle anıtsal boyutlarda bir armağan...

Mustafa Ekmekçi'yi yüreğimizin ve bilincimizin bir köşesinde hep saklayacağız.

Yeni Yüzyıl, 29 Mayıs 1997