Mustafa Ağabey, Sidney Türk Halkevi tarafından her yıl düzenlenen "Nazım Hikmet Kültür Geceleri" ne katılmak üzere 1993 yılında bu kuruluşumuzun çağrılısı olarak Avustralya'ya gelmişti.
Yolculuğu 19 Ocak 1993'te Ankara'da başlamış, 21 Ocak'ta Sidney'e inmiş. 4 Şubat'ta da Avusturalya'dan ayrılmıştı.
Mustafa Ağabey, Avustralya'da bulunduğu günlerde 23 Ocak'ta Sidney'de, 30 Ocak'ta ise Melbourne'da düzenlenen Nazım Hikmet gecelerine katılmıştı. Bu arada üç devlet radyosunda yayımlanan Türkçe programlara katılmış, kendisiyle söyleşiler yapılmıştı. Ayrıca yine bir devlet kanalı olan SBS TV adlı televizyon kanalı da kendisiyle bir söyleşi yapmış, katıldığı geceleri filme alarak yayımlamıştı.
Mustafa Ağabey, bizlere söylediği kadarıyla, Avustralya gezisinden çok memnun kalmış, mutlu olmuştu. Bizler gibi onu da derinden sarsan olay, sevgili Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olmuştu. Mumcu öldürüldüğünde bildiğiniz gibi Mustafa Ağabey buradaydı. O Avustralya'ya gelmeden önce telefonda konuştuğum İlhan Selçuk, "Ekmekçi'ye çok dikkat edin, kalbi hastadır, oralarda yorulmasın" demişti. Bu nedeni de gözönüne aldığımızdan, Uğur Mumcu'nun ölüm haberini verirken çok kaygılandık. Mustafa Ağabey bu haberi verişimizi, suikasttan sonra yazdığı ilk yazıda anlatmıştı. Suikasttan sonra Melbourne'da düzenlediğimiz gecenin adı "Nazım Hikmet ve Uğur Mumcu'yu Anma Gecesi" olarak değiştirilmiş, Mustafa Ağabey bu gecede çok duygulu bir konuşma yapmış, ayrıca yine Melbourne kent merkezindeki bir alanda düzenlediğimiz açık hava mitingine katılıp konuşmuştu. Mitingteki konuşmada söylediği "Uğur, Nasrettin Hoca idi. Nasrettin Hoca öldürülür mü?" sözleri hâla kulağımdadır.
Mustafa Ekmekçi ile, ABC Radyosu'nun Etnik Radyo Güncel Olaylar Servisi programında Uğur Mumcu'nun öldürülmesinden iki gün sonra, 26 Ocak'ta yaptığımız söyleşinin, tarihe tanıklık açısından hazırlanan O'nun anısına bir kitapta yer almasının yararlı olacağı kanısındayım:
"Sayın Ekmekçi, Uğur Mumcu niçin öldürüldü?"
EKMEKÇİ : Uğur Mumcu niçin öldürüldü? Bunun nedenini anlamak zor. Bir kere, öldürülmesi olayını insanın havsalasının alması zor. Öldürülmemesi gerekirdi. Ölmemesi gerekirdi insanların. Şimdiye kadar 12 Türk gazetecisi öldürüldü. Bu, on üçüncü oluyor.
"Evet. Bugüne değin size ulaşan son bilgiler nedir suikast hakkında?"
EKMEKÇİ : Ben, burada tabii on yedi bin kilometre uzaktayım yurdumdan. BBC'yi, Amerika'nın Sesi'ni, çeşitli radyoları dinleyerek bazı bilgiler ediniyorum. Şimdiye kadar İslami bir örgütün olayı üstlendiği söyleniyor. Ne derece doğru, bilmiyoruz. Önce, beş örgüt üstlendi, dendi. Fakat şimdilik bire ikiye indi. Yine İslami örgütler. Son yazılarına bakıyorum. Bu islami örgütlerin böyle bir girişimde bulunmaları bana daha yakın geliyor.
"Nasıl olmuş olay?"
EKMEKÇİ : Uğur Mumcu, 24 Ocak Pazar günü evinden çıkıyor, saat 13.45'te. Arabasını çalıştırıp eşini de alarak, kızı Özge'yi de belki alarak bir arkadaşını hastanede ziyarete gitmek istiyor. Fakat arabayı çalıştırmak için girdiğinde kontağı açar açmaz bir bombanın patladığını görüyoruz, biliyoruz. Hatta bomba arabanın altında da bir buçuk metre yeri kazıyor, bir tahribat yapıyor. Uğur Mumcu paramparça oluyor.
"Peki bu irtica olayı nereye gidiyor sizce Türkiye'de? Ne olacak, yani bir şeriat sistemi gelir mi, gelmez mi?"
EKMEKÇİ : Kanımca çok tehlikeli boyutlara doğru gidiyor. Çünkü, benim kanım, benim ileri sürdüğüm düşüncem, İran'dan esinlenen Suudi Arabistan'dan esinlenen bir şeriat düzeni Türkiye'de kurulmak isteniyor.
"Evet."
EKMEKÇİ : Laiklik yok edilmek isteniyor. Atatürk'ün kurduğu, getirdiği, geliştirdiği laiklik ilkesi yok edilmek isteniyor. Anlaşılan budur. Camiler birer siyaset arenası haline getirilmek istenmektedir. Oradakilere egemen olmak, dini politikaya alet edenlere egemen olmak imkanı yoktur.
"Peki, SHP-DYP koalisyonu buna karşı önlem almaktan aciz mi, alamıyor mu?"
EKMEKÇİ : Şöyle bir yumuşak karnı var iktidarın. DYP kanadı özellikle. DYP kanadının başkanı Süleyman Demirel, ben daha önce yazılarımda da yazdım...
"Evet..."
EKMEKÇİ : Türkiye'de cami avlusunda ilk takke giyen başbakandır. Ve örneğin, bütün hükümetleri cuma günü kurulmuştur. İhtilaller bile bizde cuma günleri yapılmıştır. Cuma günü çünkü kutsal bir gündür. O öyle bir günde, sanki daha hayırlı bir iş gördüklerini sanırlar ve böyle yaparlar. Çıkarlar bir yerden bakanlar, hatta Meclis toplantılarında, cuma günleri meclis toplantısına ara verilir, namaz kılınsın diye.
"Evet."
EKMEKÇİ : Böyle laiklik olmaz.
"Nasıl olur?"
EKMEKÇİ : Yani, bir kere görevini yapar, çıkmak isteyen, gitmek isteyen gider. Yani herhangi bir şekilde ona engel olan yoktur. Ama sanki tatil edilince, siz de gidin, namaz kılın veya ibadet edin anlamına gelir ki, bu, zorla ibadettir...
"Bu suikastın Türkiye'de etkisi ne olur sizce?"
EKMEKÇİ : Çok büyük olur. Birçoklarından da dinledim, bu bir dönüm noktası olur. Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesinin çok değerli yazarlarından biriydi. Bu, sadece Uğur Mumcu'ya değil, Cumhuriyet gazetesine ve tüm yazarlarına yapılmış bir suikasttır. Bu bir can almadır, bir cinayettir. Bunun yankıları ne olur? Yankıları şöyle büyük olacaktır: Bir kere şeriat devleti kurmak isteyenlerin çanına ot tıkanmasının zamanı gelmiş olmasıdır. Laik bir ülkede şeriat devleti olamaz. Bir din devleti olamaz. Laiktir o ülke. Türkiye'nin tek, Müslüman ülkeler içindeki kazancı, Türkiye'nin tek başarısı, laik ülke olmasıdır. Din, hoşgörüye dayanmazsa yıkılır. İslamiyet böyle böyle yıkılır. Benim iddiam budur.
"Uğur Mumcu'nun öldürülmesi Cumhuriyet gazetesini nasıl etkileyecek?"
EKMEKÇİ : Kuşkusuz büyük etkileyecek. Arkadaşlarımızın hepsi perişan. Ben burada kalmaktan gerçekten üzüntü duyuyorum. Bir yerde arkadaşımın cenazesinde olmak isterdim. Arkadaşlarımın yanında olmak isterdim. Onlarla telefonlarla görüşebiliyorum. Bana bilgiler veriyorlar. Orada kuşkusuz Uğur Mumcu gibi bir yazarın başına bunun gelmiş olması Cumhuriyet' i etkileyecektir, Cumhuriyet yara alacaktır.
"Mustafa Bey, nasıl bir insandı Uğur Mumcu?"
EKMEKÇİ : Uğur Mumcu, çok kendine özgü bir insandı. Her insanın kendisi, bir özelliği vardır. Fakat gözünü budaktan sakınmayan, araştırıcı, çalışkan, yerine göre bir çocuk gibi... Bazen keyifli, neşeli espriler yapar, hatta çok zaman böyle birçok kimseleri işletmeyi seven, onlarla eğlenmeyi seven ortaya böyle bir espri atarak... Örneğin şöyle bir şey, çok güzeldir: Milliyet gazetesi işte çocuklara oyuncaklar veriyordu kartondan. Kesip biçeceksiniz, ev yapacaksınız filan diye. Bir gün Uğur Mumcu, konuşuyorlar, diyorlar ki, "Cumhuriyet verse, nasıl bir şey verir acaba." O da Nadir Nadi'ye söylüyor, gazetenin sahibine. "Cumhuriyet verse, herhalde Anıtkabir'i verirdi" diyor.
"Evet Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayından örneğin Turgut Özal ne hissetmiştir sizce? Tahmin edebilir misiniz?"
EKMEKÇİ : Herhalde Turgut Özal bizleri pek sevmez. Bizler için bir "kılkuyruk" deyimini kullandı. Yani bunlara zaman zaman sol amigo dedi. Turgut Özal benim sınıf arkadaşımdır. Fakat, sınıf arkadaşım olmasına karşın ben onun yemeklerine gitmeye cezalıyım. Yazar olarak cezalıyım. Uğur Mumcu cezalı sanıyorum. Emin Çölaşan cezalı sanıyorum. Öyle, cezalı. Yani bir çeşit davet edilmezler. En değerli yazarlar, bir Emin Çölaşan, bir Cüneyt Arcayürek yemeklere çağrılmazlar. Çünkü biz yemek yemek için değil, haber almak için, çevrede ne oluyor, bitiyor, görmek için gideriz. Halbuki o sanıyor ki, yemek vererek insanları tavlayabileceğini, kandırabileceğini düşünüyor. Bu yanlış bir düşüncedir. Gazeteciyi, yazarı yemekle, çayla, kahveyle kandırmak imkanı olmamak gerekir.
"Ama kandırabildikleri de var."
EKMEKÇİ : Tabii. Yani bir kere yağdanlıklar diye bir tabir var. Yağcılık yapıyorlar. Köşk yazarları diye bir şey çıktı Türkiye'de. Köşk yazarları sanki köşkün çevresinden ayrılmazlar. Örneğin, şey zamanı, Kenan Bey diyorum ben, Kenan Evren zamanında da vardı. Bir yazar şöyle diyordu örneğin, yazarken: "Geçiyordum, Çankaya'dan geçiyordum, Kenan Bey'e uğradım. Kahvesini içip çıktım." Sanki babasının oğluna girip çıkıyormuş gibi. Yani bir cumhurbaşkanının da bulunduğu yeri koruması gerekir, bir yazar öyle yazamamalıdır. Daha doğrusu, bir yazar o kadar yüz göz olmamalıdır. İçlidışlı bu kadar olamamalıdır. Bir devlet büyüğü ile diyelim, saygılı olmalıdır en azından. Bu tabii saygısızlığı da getiriyor. Gazetecilik de yerle bir ediliyor. Uğur Mumcu böyle bir gazeteci değildi.
"Sanıyorum Özal zamanındaki kadar Türkiye'deki cumhurbaşkanlığı makamı bu kadar küçültülmedi. Yani demin saygısızlığa değindiniz de..."
EKMEKÇİ : Evet, tabii. İnsanın, bulunduğu yerin önemini, saygınlığını, daha doğrusu itibarını koruması gerekir. Turgut Özal'ın oraya, ben T.Ö. diyorum, oraya çıkışı demokratik değildir. Oradan elbet bir gün düşeceğini biliyor. Düşeceğini bildiği için de şimdi gününü gün etmeye bakıyor, anladığım benim.
"Mustafa Bey, yeniden bir parti kuracağı, başına geçeceği filan söyleniyor Özal'ın. Böyle bir parti kurarsa sizce destek bulabilir mi, yani halk desteği, oy desteği..."
EKMEKÇİ : Ben sanmıyorum. Çünkü bir 12 Eylül uzantısı olan bir partidir ANAP. Ve bu artık zaten Mesut Yılmaz'ın başında bulunduğu başka bir partiye dönüşmüştür. Turgut Bey'in bu durumda herhangi bir başarı sağlaması mümkün değildir. Cumhurbaşkanlığındaki yani Çankaya'daki yerini bıraktığı anda her şey bitecektir.
"Peki niçin Özal'ı alaşağı etme sözleriyle iktidara gelen SHP ve DYP alaşağı edemiyorlar onu."
EKMEKÇİ : Rakamları yetmiyor. En az 300'ü bulmaları gerekiyor. Halbuki 300'ü bulacak bir sayıda değiller. Necmettin Erbakan ise kendi tabiatına uygun, yapısına uygun biçimde işi, tabiri biraz amiyane söyleyeyim, kıvırtarak idare etmeye çalışıyor. Belki de bir mollanın gelmesini istiyor. Bilemem yani. Kendisi gibi, böyle kendi kafasına uygun birisi geldiği zaman ancak Necmettin Erbakan Hoca buna evet diyecektir. Çünkü şimdiye kadarki yapısı odur. Koalisyonlarda öyle davrandı. Politikada öyle davrandı. Yapısında öyle davrandı. Partisinde öyle davrandı.
"Uğur Mumcu suikasti Erbakan'ı ve partisini nasıl bir konuma getirdi ya da onların üzerinde ne gibi bir etkisi olur?"
EKMEKÇİ : Sanıyorum oldukça zor duruma geldi. Çünkü benim bildiğim, Uğur Mumcu'yla Necmettin Erbakan'ın arası çok iyiydi vaktiyle. Bir zamanlar benim de iyiydi. Ne zaman ben gitsem, onu namaz kılar filan görürdüm. Yahu hocam niye böyle yapıyorsunuz, demezdim, ama doğrusu biraz da canım sıkılırdı. Ama yemeklerine çağrılırdım. Ne zaman, domuz etini halk yemelidir, demeye başladım, artık beni çağırmaz oldular. Uğur Mumcu'nun da son zamanda özellikle o Faysal Finans ve öbür şeylerin...
"Rabıta'nın..."
EKMEKÇİ : Refah Partisi kaynaklarının, Rabıta'dan yararlandığı ve çeşitli Arap kaynaklarından, Suudi kaynaklarından yararlandığı iddialarını Uğur ortaya attıktan sonra herhalde Uğur da hoş görülen bir insan olmadı.
"Evet. Şimdi izninizle koalisyon hükümetine dönelim. Koalisyon hükümeti çeşitli sözler vererek iktidara geldi. Bu sözleri tutmuyor mu, tutamıyor mu?"
EKMEKÇİ : Koalisyon hükümetini şöyle düşünmek gerekir: Tabii bu, bir tek parti iktidarı değil. Doğru Yol Partisi'yle, sağ bir partiyle sol bir, SHP gibi sol, orta sol, demokratik sol yahut sosyal demokrat bir partinin bir araya gelmesiyle kuruldu ortaklık. Burada hatta iki zıt kardeş bir araya geldi de denebilir. Doğru Yol Partisi'nin içinde MHP'liler var, eski AP'liler var, daha başka bütün sağ kesimlerin temsilcileri var. SHP'de ise hemen hemen yalnız sosyal demokratlar var. O da, bütün sosyal demokratlar üçe bölünmüş durumda. Ecevit'in Demokratik Sol Partisi. Deniz Baykal'ın Cumhuriyet Halk Partisi, yeni kurulan CHP'si. Şimdi üç kanat bir partide toplanacak yerde üçe bölünmüş durumdalar.
"Sosyal demokratlar niçin bölündüler?"
EKMEKÇİ : Bunların bölünmelerinin nedeni tamamen kişisel. Akıl almaz derecede aymazlık ve gerçekten yani, topluma ihanet diyebileceğimiz bir anlayıştan başka bir şekilde çözümleyemiyorum.
"Evet."
EKMEKÇİ : Ve zaten bunu da yazıyorum. Bunların bu kabahatları, bu anlayışsızlıkları olmasa ve bir de hiziplerle, günlük çekişmelerle vakit geçirecekleri yerde ülkelerini düşünebilseler, böyle olmazdı. Türkiye solu daha birleşmiş hale gelirdi ve belki de Uğur Mumcu'ya bile bunlar yapılamazdı. Solun dağınıklığı, bir çeşit sağa ve özellikle şeriatçılara ümit veriyor ve camilerde politika yapılmasına, dini siyasete alet etmelerine, yani düzmece Müslümanlıklara, sahtekarlıklara fırsat veriyor. Bu böylece insan haklarına aykırı, gerçekten insan haklarına aykırıdır bir yazarın, bir şeriatçı, diyelim ki eğer öyleyse, bir şeriatçı tarafından öldürülmesi. İnsanları zorla Müslüman yapabilir misiniz? Fatih Sultan Mehmet Arnavutluk'u aldı. Hepsini Müslüman yaptı. Bugün Arnavutluk'ta tek sünnetli kalmadı. Çünkü ondan sonra adı Ahmet adamın, Mehmet, Hasan, Hüseyin, fakat hiçbirisi Müslüman değil. Ne yapacağız? Hiçbirisi namaz kılmıyor, ne yapacağız o zaman? Yani zorla Müslüman olunmaz. Hoşgörüyle, dinler bile hoşgörüyle ancak gelişebilirler. Bunun en belli başlı örneği zorla yapılan hareketler ve cinayetlerdir. Dinden soğutur insanı, dinden imandan çıkartır. Onu şöyle derler. "Adamı dinden imandan çıkarıyorsun" derler. Dinden imandan çıkan insanlar Türkiye'de gerçekten çoktur. Bugün dinsiz sayısı artmıştır. Müslüman sayısı artmamıştır. Dinsiz sayısı artmıştır. Turan Dursun gibi bir filozofu, bir bilim adamını, Muammer Aksoy gibi bir Atatürkçüyü öldüren insanlar dine hizmet etmiş sayılmazlar. Bunlar ancak dinden soğuturlar.
"Koalisyon hükümetinin bazı politikalarını uygulamasına, bazı kararları uygulamasına örneğin Meclis aritmetiği izin vermiyor, diyorsunuz. Bazı uygulamalar var ki bunlara Meclis aritmetiği gerekmiyor, bazı uygulamaların durdurulmasına ya da yürürlüğe girmesine Meclis aritmetiği gerekmiyor. Ama yine de olmuyor bunlar. Örneğin, karakollarda işkence, başka şeyler... Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?"
EKMEKÇİ : Bunu yanıtlarken deminki sorunuzu da yanıtlamam gerekiyor. Çünkü iki siyasi parti bir araya gelip bir ortaklık kuruyorlar. DYP ile SHP. Bu iki parti zıt kardeşler, dedim. Bunlar gerçekten bir araya gelmeleri çok güç olan partiler. Bunlar gerçekten yurtsever bir anlayışla bir araya geldiler, bu yanını beğeniyorum. Süleyman, Bey'in beğeniyorum, Erdal Bey'in bu yanını beğeniyorum. Bunlar bir araya geldiler ama bunların ayrılıkları da gözönünde duruyor. Sanki birbirlerine göz kırpıyor, yahut birbirlerine sırtlarını dönmüşler de bir arada görünüyorlarmış gibi oluyorlar. Böylece bunlar daha açık programlarını uygulayabilseler, "biz bir koalisyon kurduk, bunda üçkağıtçılık yapmamalıyız, biz dini siyasete alet etmemeliyiz..." Nitekim Süleyman Bey, diyelim ki, işte tamam namazını kılabilir; ama bunu gösterişle yapmamalıdır. O zaman Erbakan'dan farkı kalmıyor Süleyman Bey'in.
Yani Süleyman Bey cami avlusunda takke giymeseydi Erbakan gibi adam çıkabilir miydi ortaya? Sonradan çıkan boynuz kulağı geçiyor. Yalnız Erbakan değil. T.Ö. de ona abi diyor. Benzeyerek, benzeşe benzeşe ülke bu hale gelebiliyor. Şimdi asıl söylemek istediğim benim, bu koalisyon sürmelidir. Bu bir yurtseverlik görevidir. Ama onun başında, öldürülen arkadaşım Uğur Mumcu gibi, bütün basının gözlerini dört açması, dikmesi ve onları denetlemesi gerekir.
Ölümden korkmamak gerekir. Ölümden korkulmaz; ama yaşamanın da zevkini biz biliriz, biz tadarız.
Uğur Mumcu kadar yaşamayı seven insan yoktu. Ama gözünü kırpmadı ve ölüme gitti. Onu devletin koruması gerekir her şeyden önce. Bize, gazetecilere ülkemizde insan muamelesi yapılmıyor. Her şeyden önce, yani insanlar gibi yaşatılmıyoruz biz. Cumhurbaşkanı, Çankaya'da oturan T.Ö. yü izleyen gazetecileri polisler döverler. Niçin döverler, niye dövüyorlar, nihayet resim çekecekler o fotoğrafçılar, ne hakkı var onları dövmeye? Fakat öteki de sanki bunlara göz kırpar gibi gazetecilerin dövülmesine ses çıkarmıyor. Ben, Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı olarak bu gazetecilerin Cumhurbaşkanı'nı izlememesini isteyeceğim döndüğüm zaman. Arkadaşlarımız bir yandan öldürülürken, öldürülen gazetecilerimizin, yazarlarımızın sayısı on üçü bulurken, niçin yapıyoruz? Bunlar kendilerinin reklamını yapmak için ortalığa çıkıyorlar zaten. Niye onların reklamını yapalım? Televizyon zaten çoğuna önem vermiyor. Haberlerini bile yayınlamıyor. Ama gazetecilik görevidir. Topluma bir hizmet götüreceğiz diye, gazetecilik görevini yapanlar işkence görüyorlar, dayak yiyorlar, itiliyorlar, kakılıyorlar, buna rağmen yine görev yapmaya çalışıyorlar. Hayır efendim, öyle görev olmaz. Onlara adam gibi muamele yapılacak, insanca görev yapmaları sağlanacak, dünyanın her yerinde bu böyledir; gazeteci, haysiyetiyle, onuruyla çalışır.
"Sizin Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde yazdığınız ilk yazıyı okuyan, yani siz hemen yazar yazmaz okuyan talihli kişilerden biri de benim. Siz o yazının bir yerinde 'Uğur'un ölüsü dirisinden güçlüdür' diyorsunuz. O yazı yanınızdaysa..."
EKMEKÇİ : Tabii ölüsü dirisinden güçlüdür. Yalnız o değil, Abdi İpekçi'nin de ölüsü dirisinden güçlüdür. Abdi İpekçi'nin de tam kesin öldüreni bulunmuş değil. Turan Dursun'un da, Muammer Aksoy'un da, Bahriye Üçok'un da ölüleri dirilerinden güçlüdür. Ona kıyan canilerin bunu bilmelerini isterdim ben, nereden bilecekler.
Uğur bana zaman zaman takılırdı. "Ekmekçi sen dört ayaklı domuzlarla uğraşıyorsun, ben iki ayaklı domuzlarla" şeklinde espri yapardı. Ölenle ölünmez derler. Bizler aksiyiz. Uğur da öyleydi. Biz, yaşanası dünyada, ölenle ölürüz. Ama insanların yaşamasını da isteriz. Bakınız, Uğur Mumcu bizim Cumhuriyet' te yazgılarımızı paylaştığımız bir arkadaşımızdı. Yıllar var, taa Yeni Ortam'dan beri birlikte yazar çizeriz. O Cumhuriyet' e benden önce geçti. Cumhuriyet' ten birlikte ayrıldığımız 5-6 ayda yaptığı tüm konuşmalarını ben banta aldım. Uğur Mumcu, "Ne yapacaksın bunları, banta alıp kitap mı yapacaksın" derdi. Yazgıya bakın işte, demek ki onlar Uğur'dan bir hatıra, bir anı olarak kalacakmış.
"Sayın Ekmekçi, siz Avustralya'ya bildiğimiz kadarıyla Nazım Hikmet'in anılması, doğum gününün kutlanması için düzenlenen programlara katılmak üzere geldiniz. Ama ne yazık ki, burada bu olay başımıza geldi. Uğur Mumcu olayı. Yurtdışında Nazım nasıl anlatılmalı?"
EKMEKÇİ : Nazım Hikmet bütün dünyayı kucaklayan bir insandı. O bir şiirinde "Dünya inanılmayacak kadar büyüktür benim için" der. "Hiçbir yere gitmedim, Avrupa'ya rüyalarımda gittim" der. "Mavi pulu Asya'da damgalanmış bir tek mektup almadım" der ve bu hevesledir ki ondan sonra çok gezilere katılmıştır. Barış toplantılarına katılmıştır. Kendisine Barış Ödülü verilmiştir. Türkiye'den ayrılıp gittikten sonra.
Hala yurttaşlığa kabul edilmemiştir. Yurttaşlıktan çıkarılmış 1950 yılında haksız olarak. Ayrıldıktan sonra, fakat bir daha, haksız olarak yapılan bu yurttaşlıktan çıkarma işlemi geri alınmamıştır. Hala Türk yurttaşı sayılmaz. Mezarı yurtdışındadır. Müzesi yurtdışındadır. Nazım Hikmet Vakfı bunları getirmek için uğraşmaktadır. Gerek Avrupa'da; Köln'de, çeşitli yerlerde, bu arada taa Avustralya'da Nazım'ı anma toplantıları çok güzel bir jesttir. Sidney Türk Halkevi'nin toplantılarının önemi bence buradadır. Nazım'ın büyüklüğü, bütün dünyayı kucaklayan geniş yüreğiyle, insan sevgisiyle, bunun insanlara anlatılmasıyla yaşatılabilir.
91 yaşındadır Nazım. Bu yıl 91 yaşına basmıştır. Ve çok genç yaşında ölmüştür. 62 yaşında ölmüştür Nazım.
"Evet."
EKMEKÇİ : Efendim, ben bu toplantılara katılmaktan gerçekten mutluydum. Mutluyum da, arkadaşımız Uğur Mumcu'nun acı haberinin gelmesi içimizi burktu, yüreğimi parçaladı. Ben bundan sonra Nazım ile birlikte Uğur'u anacağımızı düşünerek teselli buluyorum.
" Evet tabii. Mustafa Bey, Cumhuriyet gazetesinde bir yıl kadar önce büyük bir kriz yaşandı. Bu kriz aşılıyor muydu şu anda? Tabii şimdi aşılıyor mu idi diye geçmiş zamanda konuşuyorum. Uğur Mumcu olayı olduğu için."
EKMEKÇİ : Efendim, tabii büyük bir kanama geçirdi Cumhuriyet. Beş ay uzak kaldık. Beş buçuk, altı ay uzak kaldık gazetemizden. Çünkü gazetenin yönü değiştirilmek isteniyordu. Cumhuriyet gazetesi Sabah gazetesine çevrilmek isteniyordu. Halbuki Cumhuriyet' in ilkeleri vardı, Yunus Nadi'nin sürdürdüğü. Ve Nadir Nadi'nin ölümünden sonra acaba Cumhuriyet ne olur diye birçok insanın, birçok okuyucunun tasalandığı bir durumdu bu. Ve korkular başa geldi. Cumhuriyet' i, Sabah yapmak isteyenler ayrıldılar, biz döndük ve bir kanama başladı. Kanama şimdi durdu. Gelişiyordu, bu kez arkadaşımızı kaybettik. Ve tabii ki, her şey de, ne bileyim, o arkadaşımızı da yaşatmak için, Cumhuriyet' i yaşatmak kadar önem verdiğimiz bir çabadır. Yapılan saldırı Cumhuriyet' in kendisinedir aslında. Cumhuriyet yaşadığı sürece Uğur yaşayacaktır. Ben buna inanıyorum.
"Siz kaç yıldır Cumhuriyet'tesiniz?"
EKMEKÇİ : 1975 yılından beri Cumhuriyet' teyim. 18 yıldır Cumhuriyet' teyim.
"Kaç yıllık yazarsınız Mustafa Bey?"
EKMEKÇİ : 40 yıllık yazarım.
"Peki şimdi Cumhuriyet'ten başka bir yerde yazabilir misiniz?"
EKMEKÇİ : Hayır. Sanmıyorum. Yani yine yazarım. Kitap çıkartırım, kitap hazırlayabilirim. Ama Cumhuriyet' in yaşaması benim en büyük amacımdır. Ben Cumhuriyet' ten başka bir yerde yazarım demek sanki o olmazsa biri daha anlamına gelir ki, ben böyle düşünmek istemiyorum. Cumhuriyet' i yaşatmak için elimizden geleni yapmalıyız.1
- 1. Yorum Gazetesi N.S.W Avustralya, 15-22 Şubat 1993, Sayı: 345-346.