Hayat Seni Bekliyor, Niye Duruyorsun?

Berivan Oruçoğlu (Ekmekçi'nin Baldızının Kızı - Bilkent Üniversitesi Öğrencisi)

Bugün 20 Mayıs '98. Seni görmeyeli bir yıl oldu. Ben senin hep uzaklarda bir yerlerde olduğunu düşünüyorum. Böylece kendimi daha iyi hissediyorum. Örneğin İzmir'e kitap imzalamaya gittiğini hayal ediyorum. Ama bazen gerçekler düş gücümün önüne geçiyor. Birkaç gündür gazetede "Ekmek Adam" ı anma günü ve program hakkında yazılar çıkıyor. Uzakta olmanla baş ediyorum, ama seni anmak çok büyük bir haksızlık. Çünkü sen gerçekten hiç gitmedin. Dedem öldüğünde komşulara helva götürmekten daha kötü bir şey olamayacağını sanmıştım. Oysa bugün komşulara seni anmaları(!) için davetiye götürürken yüreğim sızladı. Çok tuhaf geliyor. Çünkü biz bir yıldır seni yaşıyoruz. Sesini duyalım veya duymayalım; yüzünü görelim veya görmeyelim sen hep bizimlesin. Sanırım anma günü, seni bu kadar yoğun yaşamayı beceremeyenler için.

İnsanlar sürekli senle olan anılarını anlatıyorlar. Adeta birbirleriyle yarışırcasına seni kaç yıldır ve ne kadar yakından tanıdıklarından bahsediyorlar. Ben seni sadece doğduğumdan beri tanıyorum. Seninle çok fazla anım da yok belki. Benimle konuştuklarından çok gülüşünü hatırlıyorum. Bir de kötü olduğunda hep söylediğin "iç güveysinden hallice" lerini. Beylik laflar bana göre değil, daha yaşım tutmuyor. Ben sadece eve girdiğimde artık duyamadığım gülüşünden ve telefondaki sesinden bahsedebilirim.

İnsanlar sürekli konuşuyorlar. Oysaki bir yıldır kelimeler anlamını yitirdi. Öyle olmasaydı sen konuşurdun, biliyorum.

Bir yıldır; -tüm hayatım boyunca belki seninle hiç konuşmadığım kadar- konuştum seninle mektuplarımda. Son üç aydır da her gece rüyamda görüyorum seni. Bir tek dün gece görmedim. Çok sarhoştum ondandır, yoksa unutmadım seni. Dün gece mezuniyet balom vardı; onun için içki içtim. Eylem, annem, teyzem hatta İzmit'ten Özlem bile seferber oldular beni hazırlamak için. En büyük acılarını kalplerinde saklayıp beni mutlu etmeye çalıştılar. Bunu hiç unutamam. Günlerdir senin için ağladıkları halde benim mutluluğumu gölgelemediler. Dün çok mutluydum ve de çok mutsuz. Mezuniyetimi görmeni çok isterdim, ayrıca ne kadar büyüdüğümü de.

Ben yarın mezarına gelemeyeceğim. Anmalara karşıyım zaten. Ama cumartesi günü geleceğim. En son seninle gitmiştim Yılmaz Güney sahnesine; adımı aldığım "Sürü" filmini izlemiştik birlikte. Cumartesi gideceğim belki gelirsin diye.

Niye ağlıyorum? Belki de beni beklemeden gittin diyedir. Biraz kırgınım sana. Herkes hayatını yoluna koydu. Bir tek benim için belirsiz hayat. Niye beklemedin bizi? Mustafa Tahsin'in okumayı öğrendiğini bile göremedin.

Hatırlıyor musun doktor olmaya karar vermiştim. Ben doktor olsam seni ve pek çok insanı kurtarırım sanıyordum. Ama olmuyor. Çünkü gitseler bile ben hastanedeki halleriyle hatırlamak istemiyorum insanları. Başında beklediğim zamanlar gelmesin aklıma, istemiyorum. Çünkü sen öyle hatırlanmayı hak etmiyorsun. Hayır, ben seni sadece gülerken hatırlayacağım.

Belki de hayatta bana verdiğin tek öğüdü de tutmamaya karar verdim. Ben gazeteci olmak istiyorum. Ortaokuldaydım benimle bu konu hakkında konuştuğunda. Hiç kimse, hiçbir konuda bana ulaşamazken sen bir tek konuşmanla fikrimi değiştirmiştin. Mademki sen beni beklemedin, ben de dinlemeyeceğim seni. Biliyorum çok çocukça, ama dayanamıyorum gitmene. Özür dilerim tüm bunlar çok saçma. Ama artık seni göremeyecek olmak da hiç adil değil. Daha yapacak ne çok şeyim vardı.

Kendimi çok suçlu hissediyorum. Hani aptal bir laf vardır; "düşündüğün en kötü şey başına gelir" diye. Ben geçen yıl 20 Mayıs'ta senin kan testini almaya giderken morgun önünden geçtim ve bir an seni orada görebileceğimi düşündüm. Keşke senin kadar umutlu olabilseydim ve keşke senin sevmiş olduğun kadar sevebilseydim yaşamayı.

En çok neye kızıyorum biliyor musun? İnsanların ölümün için yaptığı yorumlara. "Zaten 70 yaşındaydı / Ablası öldükten sonra yaşamayı istemedi / Çok yorulmuştu artık." Bunların hepsi saçmalık. Bilmiyorlar senin 21 gün nasıl savaştığını. 8 Mayıs'ta olanları da bilmiyorlar. 2 Mayıs gecesi Eylem'le ben durmuştuk yanında. Sonra nöbeti sabah annemler almıştı. Biz uyumaya gittiğimizde (akşamüstü) iki saat içinde aramışlardı, sabaha çıkamaz diye. Hatta öleceğine o kadar inanmışlardı ki, nefret ettiğin aletleri çıkarmayı bile düşünmüşlerdi acını hafifletmek için. Annemle Eylem doğum günlerinde bunu yapamayacağını söyleyip, yalvarıyorlardı yaşaman için. Ama sen bırakmadın bizi 3 Mayıs'ta. O kadar direndin ki masallara bile konu olabilirdi direnişin. Yanılıyor tüm bu insanlar. Sen yaşamdan hiç kopmadın. Ölürken bile bizden çok daha sıkı sarılmıştın hayata.

Seni öyle çok özledim ki. Hepimiz o kadar çok özledik ki. Ne olur neredeysen iyi bak kendine. Umarım mezarında açan çiçekler kadar canlısındır. Nerede olduğun önemli değil. Bir parçan hep bizimle.

Seni çok özledim. Biliyorum şu anda ağladığım için kızardın bana. "Hayat seni bekliyor, niye duruyorsun?" diye. Ama bazen takılıp kalıyor hayat. Biz 21 Mayıs '97'de takılı kaldık!

21 Mayıs 1998'de Ekmekçi'nin mezar taşına bıraktığı mektup