Kardeşim, Numan Beyazıt
Mektubunuzu ve gönderdiğiniz belgeleri aldım. Büyük bir kısmını okuyabildim. Çok üzüldüğüm bir şey oldu. Belgeleri ve mektubunuzu kaybettim. Belki, çok karışık olan evrak ve dosyalarımın arasında bulabileceğim ve hemen size geri yollayacağım.
İşinizi izlemek için, bana gösterdiğiniz ilgiye ve sevgiye çok teşekkür ederim. Sağolun. Elimden bir şey gelirse, bunu seve seve yapacağıma güveniniz. Mektubunuz gelmeden önce de, sık sık, Bakanlıktaki arkadaşları arayarak, dilekçenizin ne durumda olduğunu sorardım. Hatta, bir iki yol, "Sizde de iş yokmuş, işleri sürüncemede bırakmak için Komisyonlar kuruyorsunuz" bile dedim. Mektubunuz geldikten sonra aradığımda Rıza Bey'in işinin tamam olduğunu, yalnız sizinkinin güç olduğunu söylediler. "Neden?" dedim. "Numan Bey'in, meslekten çıkarılmasının sebebi solculukmuş, ondan" dedi arkadaşım. Şaşmadım, ve anlattım ki geçirdiğimiz devirde, bu herkese takılan bir kulptur. Daha doğrusu, çalışan ve yurdunu gerçekten seven insanlara. Sözü uzatmayayım, menfi bir cevap verileceği sırada, bu durdurulmuş bulunuyor. Ne dersin, istersen Milli Emniyet'ten bir kere soralım, dediler. Oraya da güvenim olmadığını zira, o devir yönetiminin biribirinden ayrı olmadıklarını iddia ettim. Dilekçe cevabı, sizin lehinize olarak durdurulduğuna göre, sonuçtan ümitliyim. Bakanla ve müsteşarla da görüşmüştüm, bu konuda. Amma, sizin işi en fazla izleyen, benden çok üstünde duran ve konuşmayı yaptığım kimse özel kalem müdürü Cevat'tır. En iyisinden bulunmaz bir insan, bir arkadaş. Hepsi iyi elbette. Hani kara gün dostu denen insanlar vardır, öyle. Benim dileğim, şimdiki güçlerini yitirmemeleri, bir şeyler yapmaya devam etmeleridir
Ayın dokuzunda Sıvas'a gidiyor, bakan. Ben de gitmek istediğimi söyledim. Peki dediler. Arabada yer olmazsa sıkışırız dediler. Bakalım, Kültür Fuarı'nda ne üç kağıtçılıklar göreceğiz. Kültür Fuarı da neci. Eğitim sözü kültürü çoktan geride bırakmadı mı, halâ silemedi mi kafalardan? Ne ise, Numan Kardeş! Söyleyecek çok, hem pek çok. Amma, inan, size anlatacak vakit yok. Konuşmasak da anlarız bazan değil mi?
Fakir, Behzat Ay'la Samsun'a gitti...
6 Temmuz 1960
Kardeşim Numan, şimdi büroya gelince masamın üzerinde senin telgrafını da buldum. Ben senin mektubu çok eksik bulduğum için, sana yazdığımı demek istiyorum, gönderemedim. Gönderememiştim. Ha bugün ha yarın göndereyim, tamamlayayım şu Numan'a diyeceklerimi derken, telgraf damladı. Hemen Cevat'a telefon ettim. Zaten Tonguç'un cenazesine gelmedi dediler de küsmüştüm, Cevat'a. Bakan'da gelmedi, ona da küstüm. Fakat o, çelenk gönderdiğini, o gün mecliste yemin töreni olduğu için, oraya gitmek zorunde olduğunu söylüyor. Cevat, "senin tayinin dün yapıldığını söyledi. Ne kadar sevindim, bilemezsin. İki gündür seni arıyoruz, bulamıyoruz" dedi. Senin tayini haber verecekmiş, fakat nereye olduğunu söyleyemedi. Şimdi onu bekliyorum, yeniden evrakı buldurup, bana telefon edecek, ben de sana telgraf çekeceğim.
Sana telefon edip bildiririm belki, ama vakit yok. Biliyorsun telefonlar, hele şehirlerarası olursa, saatler boyu sürüyor. İnan bana. Günlerden beri yirmi dört saatin yetmediğini farkediyorum. İstediğim gibi de çalışamıyor, yazamıyorum. Bir yandan kendimi de iyi hissetmiyorum. Hastayım galiba.
Bu yaz, Antalya'ya gelmeyi istiyorum, bir ara. Benim eniştem var orada. Orman mühendisi Mustafa Solak. Kız kardeşimi ve yeğenim, Alime'yi çok göreceğim geldi. Fırsat çıkınca sizinle ve Rıza Bey'le de görüşür, konuşuruz.
İşte söyleyeceklerim bitti. Sana güzel günler diler, gözlerini öperim kardeşim.
Mustafa Ekmekçi