Mustafa Ekmekçi ile Avrupa'da

Server Tanilli (Gazeteci - Yazar)

Mustafa Ekmekçi ile yüz yüze karşılaşmamız 80'li yıllarda Avrupa'da oldu. Daha önceki yıllarda, "gıyabî" bir dostluğumuz vardı. Onu yazılarından tanıyordum; 1978 yılında saldırıya uğramamın arkasından en çok yazanlardan biri o oldu. Londra'ya tedavi için yollanmamdan sonra, bir de Sovyetler Birliği'ne gidip onların tıbbından yararlanma yolunu açmak için çırpındığını biliyordum. Girişken, bu arada tuttuğunu koparan bir gazeteci olarak başardı da bunu. 1980 yılında Türkiye'ye dönüşümle beraber, telefon görüşmeleri ile sesin sıcaklığı da karıştı dostluğu pekiştirmeye. 1981 Ekiminde Strasbourg'a doğru yola çıkınca, uzun süreceğe benzer bir gurbet yaşamında, Ekmekçi ile karşılaşmak öyle anlaşılıyordu ki Avrupa'da nasip olacaktı.

Öyle de oldu...

O karşılaşmalardan özellikle üçü üzerinde duracağım.

* * *

İlk kez yüz yüze gelişimiz, 1988'de Almanya'da Mainz'da oldu.

O yılın bizler için bir özelliği, büyük Türk yazarı ve fikir adamı Namık Kemal'in ölümünün 100. yılı olmasıydı. "Türkiye Aydınlarıyla Dayanışma Girişimi" olarak, konuya olanca ciddiliği içinde eğildik. Türk Demokratlar Birliği'nin ve onun da başındaki Alp Hamuroğlu'nun sağladığı olanaklarla, Mainz'da 15 Nisan 1988'de Namık Kemal: Çağı ve Eseri adlı bir toplantı düzenledik. Konuşmacılarımız arasında Prof. İrène Melikoff, Namık Kemal'in torunu rahmetli Nermin Menemencioğlu, Paul Dumont, Serol Teber, bir de ben vardım. İlginç bir toplantı oldu ve büyük yazar mücadeleci, çeşitli yönleriyle ele alındı. Sunulan tebliğler, yine aynı yıl Bir Çağdaş Öncü: Namık Kemal (1888-1988) adıyla Amaç Yayınları'nda çıkan bir kitapçıkta toplandı. Türkiye'nin gerici bir rejimin çıkmazlarında çırpındığı bir dönemde, Namık Kemal olanca özgürlükle o toplantıda ve o kitapçıkta temsil edildi.

O günkü anmaya ek olarak, ertesi günü, yine aynı kentte Namık Kemal ve Özgürlük  konulu bir panel düzenlendi. Panelde, Demir Özlü, Ataol Behramoğlu, Serol Teber, ben ve Ekmekçi beraberdik, yöneten de Fakir Baykurt'tu. Büyük bir dinleyici kitlesinin önünde ilginç konulara değindik; günümüz Türkiye'sine de acı yollamalarda bulunduk.

Ekmekçi, elinde kalın bir kitap, önemli bir konunun altını çizdi. Kitap, Necip Fazıl'ın, "hidayet" e ermediği bir dönemde Namık Kemal üzerine yazdığı ciddi bir eserdi. Ne var ki, yazar sonraki yıllarda dönecek ve başka yollara savrulacaktır. Ekmekçi, bu çelişmeyi yer yer gözler önüne seriyor ve "niçin?" diye soruyordu.

Sarsıcıydı sorusu ve konuşması.

Genel konuşmalardan çok, somut örneklere dayanmak, sanıyorum gazeteciliğinin de etkisiyle, bir yöntemdi onda. Dikkatimi çekmiş, doğrusu öğretici olmuştur benim için.

Konuşurken, dinleyiciyi saran sohbet üslubundaki sıcaklığı belirtmeye gerek yok.

Hemen bir anda kaynaşmayı biliyordu insanlarla...

* * *

Bir ikinci beraberliğimiz, 1990 yılında Londra'da oldu.

O yılın bir özelliği de, Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 50. yılı olmasıydı. Cumhuriyet'in ihanete uğrayan ve insafsızca yıkılan bu dev eserinin anılmasına önem veriyorduk. Benim önerimle, Londra Halkevi, bir toplantı düzenlemeye karar verdi ve Melih Cevdet Anday, İlhan Selçuk, Vedat Türkali, Paul Dumont, Talip Apaydın, Mustafa Ekmekçi ve ben Londra'da toplaştık.

Panel'i ben yönetiyordum.

Görkemli bir salonda, pek ilginç düşünceler, gözlemler ve anılar dile getirildi. Ekmekçi, bütün bunları, sonra yazılarıyla okuyucularına yansıttı da. Videoya çekilse, söylenenler bir küçük broşürde toplansa, daha iyi olurdu; seslerimiz, Ekmekçi'nin - o ünlü- kasetlerindedir.

Toplantıda Ekmekçi'yi, gazeteci kimliğinin yanı sıra, Frenk Mustaa Bey'in torunu olarak da tanıtmıştım dinleyicilere. Ekmekçi, gerçekten o zatın torunuydu. Frenk Mustaa Bey, Konya'da, mezar taşlarına tarih düşüren ve beyit yazan bir kişiymiş; bu aydın kafalı insan, ilerici düşüncelerinden dolayı olacak, çevresiyle sürtüşme içine girer, "Frenk" lakabı da ondan ileri geliyor. Sonunda Avrupa'ya kaçar, Londra'ya kadar gelir. Londra'ya kadar gelirse, benim imgelemim de boş durmaz işlerdi: Onu, 19. yüzyılın ikinci yarısında Londra'da bir süre kalan Namık Kemal'in arkadaşı olarak düşünürdüm. Daha ileri gider, British Museum'da Kapital' i yazmakta olan Karl Marx'la dostluğunu kurardım; tartıştırırdım ikisini, yarenlik ettirirdim.

Ekmekçi gevrek gevrek gülerdi elbet; ama öylesine inandırıcı konuşurdum ki, ister istemez gururlanırdı da.

Londra'daki toplantıda da, Frenk Mustaa Bey'i andım ve Ekmekçi salonu kaplayan sıcak ve güleç bir ortamda konuşmasını yaptı. Rakamlar vererek, alabildiğine inandırıcı kanıtlarla Köy Enstitülerini anlattı. Yalnız fikren değil, gönülden de bağlıydı o kurumlara; öyle olduğu için de, "Köy Entitülü çıkışlı" diye bilinirdi dostları arasında. Domuzları savunmada -haklı olarak- gösterdiği inadı o kurumları savunurken de göstermiştir.

Devrimci Cumhuriyet'e ve mirasına derin saygısı olan insandı.

Nerde öyle gazeteciler şimdi!

* * *

Hatırda kalmaya değer bir üçüncü beraberliğimiz, 1993 Mayıs'ında Strasbourg'ta oldu.

Strasbourg Türk Etütleri Enstitüsü, Nazım Hikmet'in 30. ölüm yılını vesile bilip, o yıl büyük şairin anısına bir sempozyum düzenlemişti. Türkiye'den ve Avrupa'dan aydınlar ve uzmanlar çağırmıştık konuşmacı olarak. Onlar arasında rahmetli Asım Bezirci'yi özellikle anmalıyım ve ne kadar acıdır, son görüşmemiz oldu kendisiyle; gitti ve birkaç hafta sonra vahşetin yangınında tutuşup yandı.

Mustafa Ekmekçi'yi de gazeteci olarak çağırdık.

Gevrek kahkahası ve kasetleriyle çıktı geldi; toplantı boyunca da fır döndü salonda, konuşmaları izledi, kasete aldı, röportajlar yaptı. Alabildiğine keyifliydi. Böylesi bir uluslararası toplantıya, üstelik en başta sevdiği bir şair olan Nazım Hikmet'le ilgili bir sempozyuma çağrılı tek gazeteci olmaktan büyük haz duyduğu belliydi.

* * *

Mustafa Ekmekçi'yle beraber olduğumuz toplantılardan bunları hatırlıyorum. Ne var ki, o, bunların dışında da Avrupa'ya birçok kez başka toplantılar için geldi gitti. Onlardan fırsat bulduğunda bana da uğrardı; "iki eli kanda" olsa gelirdi.

Hoşlanırdı benimle birlikte olmaktan.

Ben de öyle!

Türkiye'yle ilgili gelişmelerde kafama takılanlarla ilgili sorular sorardım kendisine; kimi yazılarındaki satır aralarında söylemek istediklerini öğrenmek isterdim. Açıklardı. Kulağı müthiş delikti. Pek geniş bir insan ilişkileri ağı kurmuştu. Sanıyorum şirinliği de büyük rol oynuyordu bu ilişkilerin böylesi boyutlara ulaşmasında.

Kaçırtmayan bir kişiliği vardı.

Sokulgan, karşısındakine güven veren, açık bir insandı.

Köylü kökeninden gelen içten ve yapmacıksız oluşu da kapıların açılmasına yardımcı oluyordu; şehirli olmuş, ama kaynağındaki doğallığı da korumasını bilmişti.

Mesleğinin erbabıydı. Gözlemlerini sadece gazete sayfalarında bırakmadı, kitaplaştırdı da; onlarda çok zengin malzeme vardır okumasını beceren için.

Ölümüyle, aramızdan eksilen "nevi şahsına mahsus" bir gazeteci değildir sadece; her şeyden önce bir insan ve yurtsever olarak yaşadı ve öldü. Mustafa Ekmekçi'yi hep hatırlayacaksak, başta bunlar ağır bastığından olacak.

Kolay mı insan olmak, yurtsever olmak?