Ekmekçi'nin Ekmeği ya da Köy Enstitüleri

Mehmet Başaran (Eğitimci-Yazar)

Cumhuriyet gazetesinde Oktay Akbal'ın odasındayız. İlhan Selçuk, Sami Karaören, Mustafa Ekmekçi bir de Bekir Semerci... Dostların tümü de Melih Cevdet'in "Telgrafhane" adlı şiirindeki gibi durmadan sesler alıp, sesler veren kişiler:

Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözlerine uyku girmeyecek kişiler...

Ekmekçi anlatıyor:

Yıl 1942 filan. Savaştepe Köy Enstitüsü'nde İnönü, derslikleri, işlikleri geziyor. Gördüklerinden hoşnut. Sonra tarım alanına yöneliyorlar, tarım alanı da arı kovanı gibi. Derken yamaçta koyunları yayan bir kız görüyor, yanına sokulup adını filan sorduktan sonra, azık torbasında ne olduğunu görmek istiyor. Peynir ekmek, bir de ak bir kitap, Bakanlık klasiği çıkıyor torbadan.

Yüzü gülen İnönü çevresindekilere dönüyor: 'Gördünüz mü diyor, peynir ekmeğin yanında kitap. Ne zaman köylümüz kentlimiz, erimiz generalimiz azığının yanına kitabı da koyarsa, işte o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş demektir. Savunma da, kalkınma da ancak o zaman yoluna girer.' Azizim gerçek bu, kızın adını da biliyordum ama...

Bir 17 Nisan aydınlığı yayılıyor yüzlere... Köylüsü kentlisi, eri generali, düşün ve sanat yapıtlarını okuyan, özümleyen, özgürce düşünen, bilinçli bir Türkiye...

Ülkeyi eğitim alanına dönüştüren Köy Enstitüsü yıllarını anımsıyorum: Yirmi bir ilde, yöresine canlılık kazandırmaya başlayan yirmi bir arı kovanı... Enstitüden Enstitüye, Enstitülerden köylere giden coşkulu iş kümeleri (ekipler) Ve sonrası... Dilimin ucunda dizeler kıpraşıyor:

Çamlıbelde bir gül açsa
Uykuları kaçar Bolubeyi'nin
Çünkü kırmızıdır gül
Halkın ve toprağın uyanışına benzer
Bir değil bin gül açıyordu Anadolu'da
Ekmeği ikiye bölsen
Aydınlık sesi duyuluyordu halkın
Köyleri tutmuştu aşkın ve terin hünerleri
Bir oldular da Bolubeyi'yle
Kapattılar Enstitüleri...

Ekmekçi, derin bir soluk bırakarak:

"Enstitüleri yıkmak, bu halka yapılmış en büyük ihanet azizim" dedi, "yıkılmasaydılar, çok başka yerde olacaktık şimdi."

"Biliyor musun Ekmekçi, herkes seni Enstitülü biliyor, ne diyorsun buna?"

Ekmekçi kahkahasını patlattı.

Evet, Enstitüler kapatılalı çok olmuştu, ama "Enstitülüler", "Enstitülü" bilinenler, hala aramızdaydı. Üretici, yaratıcı, canlandırıcı eğitim hala gündemdeydi. Kimdi Enstitülü?

Büyük eğitimci Hakkı Tonguç şöyle diyordu:

Enstitülü kötülüğe boyun eğmez, bunları gidermek için gerekirse savaşır bir parazit gibi başkalarının veya milletin sırtından geçinmek isteyenlerden iğrenir. Yalnız emeğine güvenir. Açık yürekli olmayı, mertliği ilke bilir. Modern yaşayışın zorluklarıyla uyuşamayan davranışlarla, bunların eski kuşaklar üzerindeki etkileriyle çarpışır. (Köy Enstitüleri II, s. 55)

Toplumundan ve çağından sorumlu uygar bir aydın, gözüpek bir savaşımcı yani... Eee, bunlar Ekmekçi'nin de nitelikleri değil miydi?

"Barış", "İnsan hakları", "demokrasi", "insanca yaşam" diyen, bu değerlerin toplumumuzda kök salıp boy atması için çırpınan, savaşan aydın... İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Karaören, Bekir aynı yolun yolcuları değil miydiler? Toplumun gerçeklerini doğru algılayan ayağı yerde aydınlarımızın her biri bir "Enstitülü" sayılmaz mıydı?

"Sevgili İlhan Selçuk"  dedim, "Ekmekçi'ye Enstitülü denmesi çok doğal. İlle de Enstitü bitirmekle sınırlı değil 'Enstitülü' olmak. Yıllarla daha bir genişledi sözcüğün anlamı; çağcıllığı, aydınlanmacılığı, toplumculuğu kapsıyor. Sizler de birer Enstitülüsünüz bence, hatta tek başına bir Enstitü sayılabilirsiniz. Dahası, Nazım Hikmet de bir 'Enstitülüydü' bana göre. En zor koşullarda bile yaşamıyla, şiiriyle savaşımını sürdüren; cezaevini Orhan Kemaller, Balabanlar yetiştiren bir eğitim ortamına dönüştüren; dokuma tezgahlarını çalıştırarak iş eğitiminin en yararlısını uygulayan kişi, tam bir Enstitülü aslında."

Gelelim çoklarının sustukları yerde enstitülerin sesi olan Ekmekçi'mizin Anadolu ekiniyle yoğurup pişirdiği ekmeklere, ürünlere:

Biliyorsunuz o kendine özgü "Ankara Notları" nın yaratıcısı, o notlardan oluşuyor kitapları da Kılçıklı Balıklar öyle, Uyanın Heeey! öyle... Daha sonrakiler de... Hele en sonuncusu... En çok Öksüz Yamalığı Köy Enstitüleri' ni yayınlanmış görmek mutlu etti Ekmekçi'yi. Kanal E'deki açık oturuma uzaktan katılırken, mutlulukla titriyordu sesi ve yapıtını sürdürüyordu.

Yakın dönemin canlı tarihi, bize toplumsal yaşamın dikiş yerlerini gösteren yaman bir günce, geleceğimize ışık tutan bir tanıklıktır Ekmekçi'nin yazıları.

Yaşamı ateşin karşısında geçmiş bir fırıncı babanın, dünyaya anlayan gözlerle bakan bilge bir ananın oğludur Mustafa Ekmekçi ve de Frenk Mustaefendi'nin torunu... Enstitü öğrencileri gibi bozkır gerçekleriyle yoğurulmuş, Anadolu güneşinde pişmiş biri; bir halkoğlu, sığamaz ölçülere, kalıplara...

Makale, söyleşi, fıkra dururken, ne demek Ankara Notları? Elbet sıralanan yazı türlerinden hiçbiri değil; kimi zaman onların tümü tadında yepyeni bir tür; içlerinde anılar, güncelin kımıltıları, pek duyulmamış fıkralar, dumanı üstünde okuyucu mektupları... Nerden nerden buğdayını bulup, kına gibi öğütür ununu, bilgi bilinç özsuyuyla bir güzel hamur yoğurup sürer fırına... Yaşam tadında, fırından yeni çıkmış ekmek kokan Ankara Notları çıkar ortaya. Toplantıları, yemekleri, toplumsal yaşamın burgaçlarını, çevrimlerini kaçırmaz; bir başkentin civcivli ortamından, bir Sinop'tan, Kırklareli'nden gelebilir sesi. Saptan samandan konuşuyormuş gibidir yumuşak yumuşak. Kimi zaman "Yahu, bu Ekmekçi n'apıyor böyle?" dedirtecek gibi bir yazıdır, ama biraz dikkat edilirse yazılamayanlar, söylenemeyenler ustaca yerleştirilmiştir satır aralarına. Yaman bir "satır arası"  uzmanıdır.

1 Mayıs'ta TV İstanbul'da Taksim'de olayların filmini çekti mi? Üç saat kadar süren, çok masraflı bir çekim miydi bu? Nerede bu çekilen filmler, niye kayboldu birdenbire?  (Deli Bir Değil ki Bağlayasın, Ölü Bir Değil ki Ağlayasın, s. 124, Uyanın Heeey)

Yirmi yıldır beyinleri burgulayan soruların yanıtlarını çaktırmıyor mu bu satırlar okuyanların kafalarında... Çoğu kez yaşamın gizli ellerle karanlığa çekildiğini?..

Kimi zaman da boğayı boynuzundan yakalar gibi dalar konuya yazarımız "domuz" der, "camız", "Türkçe ezan" der. İndirir balyozunu tabulara... Alayı, iğnesi de yamandır. Şu ünlü Lockheed rüşvet olayını anımsayalım:

"İster misiniz açıklasın (Lockheed Şirketi): Biz rüşveti Aziz Nesin'e İlhan Selçuk'a, Uğur Mumcu'ya, Ruhi Su'ya, Mustafa Ekmekçi'ye, Abdülcambaz'a dağıttık diye...

Kapitalizme özenmiş, az gelişmiş ülkelerde güvenebilecek sınıfın işçi ve emekçi sınıf olduğu çıkıyor ortaya. Çalışarak yaşamını sürdüren, kıt kanaat geçinebilen insanlar bunlar yani. Bu nedenle, işçi ve emekçi sınıfı kurtarabilir Türkiye'yi diye düşünüyorum. Yolsuzluğa, kirli işlere elinin bulaşması olanağı bulunmayan sınıf..." (a.g.y., s. 20)

Konulara yaklaşımı, kıvrak anlatım ustalığı, diliyle yeni bir tür demiştik "Ankara Notları" için. Tıpkı Nazım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları" nda uyguladığı kendine özgü işleyimiyle toplumsal politik yaşamımızın en can alıcı kesimlerinden "görünümler" çizer Ekmekçi de... Fıkralar, alıntılar, mektuplarla gelişen sıçramalarla, okurlarıyla bütünleşiverir... Ozanlar, yazarlar, öğretmenler, işçiler, köylülerle sarmaş dolaş, yaşamın nabzını tutarız Ekmekçi'yi okurken...

Antenleri hep gerilidir Ekmekçi'mizin, yeraltında yılan kıpırdasa duyar:

Yıldırım Askeri İnzibat Bölge Komutanlığı'nda CIA ajanları ile MİT elemanları Türk subaylarına 'anarşistlerle savaş' dersi verecekler... Haberiniz olsun (a.g.y., s. 44, 1987)

Düşlerinde bile iş başındadır yazarımız.

"Bir dönem geçer, o dönemin adli yanlışlıkları, baskıları, haksızlıkları bir bir ortaya dökülmeye başlar, öykülerde, türkülerde dile gelir. O zaman susturulan diller açılır. İşkenceleri yapanlar, ortaklıkta görünmez olur" der bir yazısında. Eylül Yazıları adlı yapıtı, değişik yanlarıyla sergiler 12 Eylül'ü, 12 Eylülcüleri... Uzun uzun işkence ve işkenceciler üzerinde durulur. Bir bayanın anlattığı işkence olayı... 12 Eylül'ün ettikleri vb. yazılar, kolay kolay unutulacak yazılar değildir:

Atatürkçü geçiniyorlardı, Cumhuriyet'te başlattığım 'Türkçe ezan' yazılarını kestirdiler, yasakladılar. 12 Eylül'ün en büyük cinayetlerinden biri, Atatürk'ün 'vasiyetini hiçe sayıp' bir dernek olan Türk Dil Kurumu'nu kapatması, onu bir 'resmi devlet dairesi' durumuna sokması mıydı?

Yaman bir tanıktır Ekmekçi, nice "böyyük" geçinenlerin keli görünür onun yazılarında.

"Öksüz Yamalığı Köy Enstitüleri" nin Enstitüler üzerine yazılan yüzlerce kitap arasında ayrı bir yeri olacaktır. Hem aydınlatıcı, hem belgeleyici yaklaşımla verilir konular, sıcak bir anlatımla. Kapatılışlarının üzerinden elli yıl geçtiği halde, tüm ilginçlikleri, güncellikleriyle yaşatılır eğitim imeceleri Ankara Notları' nda. Kapaktaki tanıtma yazısında vurgulandığı gibi:

Eğitim tarihimiz için önemli ve ilginç birçok malzeme dolu kitapta, Ekmekçi'nin bu kitabına 'Köy Enstitüleri Ansiklopedisi' de diyebiliriz.

Köy Enstitüleri bayramında, Kırklareli Sabahattin Ali Ekin Günleri'nde; katıldığım bir ödül töreninde, Ekmekçi'yle beraberdim hep: "Ekmekçi aramızda" deyip "Köy Enstitülü Nadir Nadi..."  adlı yazısının son bölümünü okuyordum:

Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç, enstitülülerin çocuklarını da Köy Entitülü sayar, enstitüleri savunanları da onlardan ayırmazdı. Enstitülerde okumadığım halde, 'Köy Enstitülü' diye adım çıkmıştı. Gazeteciler, 'O, Karaoğlan Köy Enstitüsü'nden!' derlerdi. Tonguç'a göre Nadir Nadi, dört dörtlük bir Köy Enstitülüydü. Köy Enstitülü olmak, uygarlığın, çağcıllığın, Atatürkçülüğün de ölçüsü değil miydi? Köy Enstitüleri, bu denli baskılarla kapatılmasalar, belki bugün o kuruluşları savunan değil, eleştiren durumunda olacaktım; daha güzel olmaları için. Gericilerin 'Komünist yuvası' dediği, karaladığı kuruluşlara gülle dokunamazdım!

Bugün piyasada, 'Atatürkçü' geçinen yığınla kişi var; bir inceleyiniz Nazım Hikmet'e 'vatan haini', Köy Enstitülerine 'Komünist yuvası' gözüyle bakıyorlarsa, bunlar gerçek değil, 'düzmece' Atatürkçülerdir.

Dostluğun, sevginin, barışın, demokrasinin, emeğin güzel "Enstitüsü" sevgili Ekmekçi'ye 17 Nisanlarca sevgiler, saygılar.

Cumhuriyet, 12 Aralık 1997
Olaylar ve Görüşler