Ekmekçi'nin Düşü

Derya Kurtuldu (Okuru)

Bu sabah dünyaya açtığımda gözlerimi, bir tüy gibiydim. Hafif, sevecen. Yüzümde tatlı bir tebessüm vardı. Hafifliğim rüzgara dönüştü yavaş yavaş. Esmeye başladım. Bulutları selamladım önce. Güneşe koskocaman bir sevgi yolladım ve binlerce kez teşekkür ettim. Her sabah büyük bir sevgi ve sorumlulukla doğduğu için. Esmeye devam ettim, eğrisiyle doğrusuyla yaşamaya, güzeli ve çirkiniyle her şeyi yaşamaya, akmaya takılmadan belki de savrulmaya devam ettim. Önüme çıkanlara, engel olanlara, olmaya çalışanlara merakla, kızmadan bakmaya, öğrenmeye her saniyeme doymaya devam ettim. Çocukların yüzlerin gördüm; saf, korkusuz ve sevgi dolu yüzlerini. Her nefesim güç vermeye başladı. Her soluğumda biraz daha güçleniyor o inanılmaz sevgiyi hücrelerime sindiriyordum. Mavi ile karışmış beyazlığın içinden geçtim ve uçsuz bucaksız bir tarlaya geldim. Buğday başakları vardı sarı sarı. Alabildiğine büyük bir tarlaydı burası. Gezinmeye başladım aralarında, okşadıkça yumuşaklıkları bir alışveriş doğdu aramızda. Ekilmiş olanlara ekmeye başladım. Her birinin tohumuna girip çıkmaya, her birinin içine sevgi bırakmaya başladım. Sevgi ekiyordum onlara, can ekliyordum, korkusuzluk ve güven. Yüzleri gülmeye başladı başakların, sarıları daha bir canlı oldu. Rüzgarın ritmine bırakmaya başladılar kendilerini.

Ekiyordum sevgiyi, sadece sevgiyi. Şartsız, koşulsuz, çıkarsız, saf sevgiyi. Aşk şarkıları söylemeye başladık hep bir ağızdan, öyle bir sesti ki bu ne yüksek ne yavaş mükemmel uyumla hissettik bir olmayı ve "BİR"i yaşamayı. Dağıttık sevgimizi bütün evrene göremediğimiz; ama hissettiğimiz her şeye her yere gönderdik, biliyorum imkansız gibi gelecek; ama dünyaya yetecek hatta evrene yetecek kadar vardı sevgimiz. Sadece nefes almamız yeterliydi. Yağan nurları toplamak çok kolay oluyordu. Kusursuz işleyen bir sistem vardı, alıyorduk ve veriyorduk; ne almak için veriyor ne de vermek için alıyorduk. Sadece rüzgar olup, uçmak, akmak, akmaktı yaptığımız.

İçimi okşayan, akan bir şeyler olduğunda elimde bir orak olduğunu farkettim. Başakları biçmenin zamanı gelmişti. Ve yine sevgiyle biçecektim onları, olumsuzlukları silip atacaktım içinden sadece pozitifler kalacaktı. İnanılmaz güzel olan şarkı eşliğinde dans edercesine biçmeye başladım başakları. Boyunlarından kopup savruldukça etrafa hiç acımıyordu canları. Aksine büyük sevinç ve huzurla var olmanın tadına doyuyorlardı. Özlerinde olan sevgiyle uçuşuyorlardı oradan oraya. Elerken, un ufak ederken de sürdü tüm bu ekme. Her anını doyasıya yaşıyorduk, temizlenmenin ve dolmanın, özünü bulmanın heyecanı sarıyordu bizi. Ekmek olacaklarını fark ettiklerinde kocaman bir ışık kapladı etrafımızı. İnsan denen inanılmaz varlık bu tertemiz, saf sevgi ile yüklenmiş unu, ağızlarında çevirip, yuttuklarında midesine, kanına, tüm hücrelerine karışacaklarını biliyorlardı. Biliyorlardı bu yüce sevgi ile ekilmiş, biçilmiş ve ekmek olmuş unun onlara şifa vereceğini. Biliyorlardı onlardaki temizlik gibi her yiyen insanın da temizleneceğini. Her insanın da sevgi ile dolacağını ve sevgi ile bakacağını. Hatta "BİR" olacağını biliyorlardı. Var olmanın ve evren için çalışmanın yaratmanın, keşfetmenin, büyük ve ilahi bir dua gibi davranmanın güzelliği sardı hepimizi.

Başakları ekenden, biçene kadar, eleyenden un ufak edene kadar, yoğurup hamur yapıp, pişirene kadar, hepimiz sevginin verdiği sorumlulukla, görev olarak değil, özümüz gibi davranmıştık.

Rüzgar olmaya devam ettiğim, aktığım, takılmadığım sürüp gittiğim savrulduğum, geçtiğim her yere sevgilerimi götürmeye devam ettiğimde gördüm ki sevgiyle bezenmiş ekmekleri yiyenlerin gözleri, gönülleri açılmaya başlamıştı. Tıpkı bir sihirli değnek misali değişmeye başlamıştı her şey. Onlar da inanamıyorlardı neler olduğuna. Hayretle seyrederlerken de, olması gereken bu diye geçiriyorlardı içlerinden.

Son bulmaya başladı savaşlar, son bulmaya başladı kavgalar, çıkarlar yerini hoşgörüye, sevgisizlikler sevgiye bırakmaya başladılar yerlerini. Yıkan diller, yapan dillere, kıskançlıklar güvene bıraktı yerini. Etraflarına ördükleri duvarlar, yargılar yıkılmaya başladı birer birer. Her taraf toz duman olmuştu. Ama o dumanın içinde müthiş bir özgürlük vardı. Kısıtlamalar yoktu artık. Sevgi ardına sığınılarak yapılan tüm sevgisizlikler yoktu. Yoktu beklentiler. Keşkeler, endişeler yoktu.

Sabahları gözlerini açtıklarında insan olmanın ve tüm evrene karşı sorumlu olduklarının bilinciyle kalkıyorlardı yataklarından. Koskocaman pırıltılı ışıklar saçıyorlardı etraflarına, hiçbir iş ters gitmiyordu, çünkü onlar öyle bakıyordu. Esasen görünüşte pek bir şey değişmemişti; ama bakışlar da eskisinden eser yoktu. Bambaşka gözlerle bakıyorlardı bu inanılmaz dünyaya. Akıllarını gönüllerindeki sevgiyle doldurup çalışıyorlardı. Hoşgörü dinginlik getirmişti yaşantılarına. Ne büyük üzüntüler ne de büyük sevinçler duyup uçlarda dolaşmıyorlardı. Ama içlerinde gönüllerinde hissettikleri öyle güçlüydü ki daha evvel sevmediklerini hatta hiç yaşamadıklarını anlamaya başlamışlardı.

Akmaya sadece akmaya, takılmadan anı yaşamaya, dibine kadar yaşadıkları için doymaya başladıklarında korkuları ve endişeleri terk etmişti onları. Evrene güvenmenin rahatlığı vardı içlerinde. Bu kadar verici olan bir şey onlara asla zarar veremezdi. Sevgiyle baktıklarında yaşanan hiçbir şeyin boş olmadığını gördüler. Acılara isyan etmek yerine öğrenmeyi ve ders almayı tercih ettiler. İşte o an acılar da son buldu.

Olanlar inanılmaz gibi gözükse de gerçekti ve şimdiye dek yaşayamadığımız, ama gerçek olan tek gerçek. Tüm bu güzellikleri birbirinden ayırdedemez hale geldiğimde beni bir kez daha hayrete düşüren bir şeyle karşılaştım. İnsanlar artık yalnız hissetmiyorlardı kendilerini. Yüzyıllardır süregelen yalnızlıkları, içlerini kemiren o büyük korku son bulmuştu. Öylesine büyüttükleri, hep konuştukları yalnızlıkları bitivermişti. En yakınları varken bile bu duygudan kurtulamazken, artık hiç tanımadıklarının yanında bile yalnız değillerdi. Yalnız olduklarını söyleyecek kimse olmadığı için yalnız olanlar, kalabalıklar içindeki yalnızlar, yalnız kalmamak için yapmadıklarını bırakmayanlar hepsi ama hepsi artık yalnız değildi. Şarkılarda, şiirlerde yoktu yalnızlık nağmeleri. Yoktu o içlerini acıtan, yakıp, kavuran anlatmak istedikleri; ama ifade edemedikleri hatta bazen anlatsam bile anlamazsınız diye düşündükleri yalnızlıkları son bulmuştu. "BİR" olmuşlardı çünkü. "BİR" olmanın sıcaklığı ile nasıl yalnız hissederlerdi kendilerini. Bir zamanlar tüm bu duygular içinde savrulduklarını, canlarının yandığını, her an biraz daha sevgisizlikle dolduklarını bile unutmuşlardı.

Sevgiyle ekilen, biçilen sevgiyle yapılan bir ekmeğin böyle bir mucize yaratabileceğini hiç düşünmemiştim o sabaha dek. Ve o sabah anladım ki o çıkarsız saf ve ilahi sevgi ile yapılamayacak hiçbir şey yoktu. Sevgi tüm inanılmazları inanılır, tüm olmazları olur yapmıştı.

Akmaya devam ettim: Sevgi dolu sözler yoktu orada, sözcüklerin anlamsızlaştığı yerdeydi hepsi. Hissedişler vardı. Düşledim sevgi ile dokunmayı, sevgi ile çalışmayı, sevgi ile açmayı kapıları, sevgi ile çizmeyi, şarkı söylemeyi, her bir tuğlayı sevgiyle koymayı, sevgi ile yazmayı ve okumayı, sevgiyle dans etmeyi, sevgiyle kullanmayı araçları, sevgiyle planlar yapmayı, sevgiyle formülleri karıştırmayı, sevgiyle üretmeyi, dokunmayı toprağa sevgiyle, sevgiyle sulamayı çiçekleri, çocukları sevgiyle büyütmeyi, sevgiyle doğrulmayı, her ne üretirsek üretelim sevgiyle yoğurmayı, sonsuza dek sevgiyle, sevgiyle, sevgiyle...