Sevgili Ekmekçi

Sevgi Özel

1984'ün 26 Eylül'ünde, Atatürk'ün Dil Kurumu'nun üyeleri, 52. dil bayramını telefonlaşarak kutladılar. Ben de Ömer Asım Aksoy, Şerafettin Turan, Cahit Külebi, Ali Püsküllüoğlu başta olmak üzere birçok hocam, ülküdeşimi aradım. Bir de Mustafa Ekmekçi'yi…

"Bu böyle olmaz, bir şeyler yapmamız gerek." dedi. Haldun Özen ile Ali Püsküllüoğlu da böyle düşünüyordu. Dördümüz buluşmaya, "bir dergi çıkarıp çevresinde toplanalım, bir dernek ya da vakıf kuralım" görüşlerini yaygınlaştırmak için, eski üyelerle ilişki yolları aramaya başladık. Dernek kurma eğilimi, eğilim olmaktan çıktı, çoğunluğun sıcak baktığı bir ana düşünce oldu önce. Bu düşünceyi yaşama geçirmek için kolları sıvayanlar da dörtten yediye ulaştı. Bir yandan dernek kurma çalışmaları sürdürülecek, bir yandan da açıkoturumlar, söyleşiler düzenlenecek, dil bayramları kutlanacaktı. Bu etkinlikleri o zamanki Mülkiyeliler Birliği Başkanı Cevat Geray'la, ondan sonraki Başkan Alper Aktan'ın öncülüğünde Birlik üstlendi.

Dernek kurma çalışmalarımız, bir türlü istediğimiz gibi yürümüyordu. Yaygın istek, kurucuların, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nun üyelerinden olmasıydı. Ancak 12 Eylül, her taşı yerinden oynatmıştı, elimizdeki adreslerle eski üyelere ulaşmamız kolay olmuyordu. Mektuplarımızın çoğu geri geliyor ya da yanıtsız kalıyordu.

Ekmekçi, telefonla ve Cumhuriyet' teki köşesiyle eski üyelere ulaşmaya çalışıyordu. Mülkiyeliler Birliği'nin olanaklarıyla düzenlenen toplantıların Cumhuriyet dışındaki gazetelerde de duyurulması için elinden geleni yapıyordu. Bu arada 34 kişilik kurucular belirlenmiş, derneğin tüzüğü hazırlanmıştı. Artık Ankara Valiliği Dernekler Masasına başvurumuzu yapacak duruma gelmiştik.

Anımsadıkça hâlâ gülerim. Sayın Suphi Karaman da kurucu üyeydi, belgelere adı yazılmıştı, ancak imzası eksikti. Basında dernekle ilgili haberler çoğalmıştı, İçişleri Bakanlığı Valiliklere "gizli" notuyla bir yazı göndermiş, derneğin kuruluş işlemlerini yapmamalarını istemişti. Bu buyruğu duyduk, başvurumuzu hemen yapmamız gerekiyordu, ama Sayın Karaman'a ulaşamıyorduk.

Ekmekçi, ulaştı; yazısını bitirdikten sonra, köşesine bir not koymuş. "Sayın Suphi Karaman, telefonunuz bozuk mu ne? Sevgi Özel'le arıyoruz, bir türlü açılmıyor…" Suphi Karaman ertesi günü Ankara'daydı, belgeleri imzaladı, başvurumuz yaptık. Ancak  yine Ekmekçi'nin önerisiyle, Dil Derneği'nin Ankara Valiliğince kuruluş işleminin yapıldığını basına duyurmadık. 60 günlük bir süre vardı; bu 60 gün içinde (ya da sonunda) Ankara Valiliği'nin tüzüğümüzün onaylandığına ilişkin bir yanıt vermesi gerekiyordu. 59. gün geldi, yanıt, Dil Derneği "kurulması yasak derneklerden" sayılıyor, kurucuları için suç duyurusunda bulunuluyordu.

Ankara Valiliği'nin yanıtı Ekmekçi'yi hem çok kızdırdı, hem de çok eğlendirdi. Kuruculardan kimi görse, "Senin yüzünden yasaklandı dernek" diyerek, o güzel kahkahalarını patlatıyordu. Sonradan kitaplarına da aldığı birçok yazıyla, bu doğrultuda çok önemli bir savaşım verdi Ekmekçi Dil Derneği'nin önünü, yolunu açanların başını çekenlerden oldu.

Dernek yasal yollarla engelleri aşarken, Ekmekçi ile Cumhuriyet' in desteği, katkısı büyüktü. Ali Sirmen'le ikisi randevu aldılar. İstanbul'da beni Nadir Nadi ile görüştürdüler.

Ekmekçi'nin sağlık sorunu vardı o günlerde, görüşmeye katılamadı, dönüşümde anlattım, dakikalarca güldü. Nadir Nadi, o zamanki Cumhuriyet yöneticilerine, "Dil Derneği'nin haberlerini ayrıntılı verin." dedi, ekledi, "Böylece Ekmekçi'nin yazıları uzamaz, sütunun yarısını kurtarırız."

Ekmekçi, Dil Derneği'nin hem yönetim kurulunda, hem de Çağdaş Türk Dili'nin yazı kurulunda canla başla çalıştı. Köşesindeki duyurularıyla, daha çıkmadan sürdürümcüleri oldu derginin. Birçok il ve ilçeye gittik birlikte derneğe bağış, yeni üyeler ve dergiye hem sürdürümcüler, hem de yazılar, şiirlerle döndük.

Ekmekçi, geçirdiği sayrılıktan sonra yönetim ve yazı kurullarından ayrıldı, ama hep Dil Derneği'nin yönetim kurulu üyesi gibi çalıştı, destek oldu bizlere. Sık sık takılarak, "Sevgi Özel Cumhuriyet'i açıyor, dernekle ilgili haber yoksa, gazetede bir şey yok deyip bırakıyor. Bu nedenle korkumdan Derneği, sık sık yazıyorum." diye yazıyordu. Ben de ona, "İstersen yazma, Nadir Nadi kızar." diye yanıt verirdim. Bu şakamız hep sürdü.

Türkçeye âşık bir yazardı Ekmekçi, köşesinde kimi sözcükleri Türkçeleştirir, önerileriyle alay edenlere aldırmaz, hatta onlarla kendisi eğlenirdi. Yalnız dil konusunda değil, başkalarının önemsemediği olayları, kişileri "dizi" yazılarıyla topluma sunardı. Hatır için çiğ tavuk yiyenlerden değildi, "aferin" almak hiç derdi değildi. İnandığından, pirinç tanesi kadar ödün vermezdi, kendisiyle ters düşenleri bile "teşhirci" olmayan bir biçimle yazardı. Bu tavrı gerçekte kimilerince, "yedi cihanla barışık" bir insan gibi algılanmasına yol açardı, ama o, cumhuriyet, yenilik düşmanlarıyla hiç uzlaşmadı, hiç ödün vermedi.

Tüm dostlar gibi birçok coşkuyu, güzelliği ya da üzüntüyü, acıyı paylaştık onunla.  Ne çok anımız var, ne çok gülmüşlüğümüz, kızmışlığımız var birlikte. Bir gün biri yaklaştı Ekmekçi'ye bir toplantıda; azıcık öfkeli. "Artık ne Cumhuriyet'i, ne de sizi okuyorum. Zaten öyle uydurukça sözler kullanıyorsunuz ki, anlamak olanaksız" dedi. Ekmekçi güldü; yanıtlamadı. Aynı kişi on beş, yirmi dakika sonra Ekmekçi'ye, "Üç beş gün serüvenini yazdığınız adam filanca benim çocukluk arkadaşım" demez mi?

Ekmekçi, "hani yazılanları okumuyordun" diyeceğine, sevecen bir sesle, "ya öyle mi, bilseydim yazmazdım" diye yanıt verdi.

Yine bir gün, bir kokteylde Süleyman Demirel'le karşılaştık, tanıştırdı bizi. O sıralarda Dil Derneği, "Atatürk'ün Kalıtı" konulu bir açıkoturum yapacaktı. Demirel'i de çağırdı; gelemeyeceğini öğrenince, "İleti gönderirsiniz sanırım"  dedi, "Biliyorsunuz, biz kalıt diyoruz miras yerine…"  Süleyman Bey gülerek, "Köşeni hep okurum Ekmekçi, eğittin bizi… Biz de kalıt deriz mesaj gönderirken" demez mi? Gerçekten de iletisi "Atatürk ve Kalıtı" gibi bir başlıkla geldi Demirel'in.

Ekmekçi'yi bir elinde gazete, dergi, kitap dolu ağır torbasıyla, kalabalık gördü mü düğmesine basılmaya hazır sesalıcısı ve kahkahalarıyla anımsayacağım hep. Yazarken, konuşurken Türkçenin sözvarlığına yaslanma bilinci, uyarılarıyla… Büyüklenmeyi hiç bilemeyen, hiç de yaşamayı denemeyen o büyük "muhabir" artık yok basında; elverdikleri, inancı ve düşünceleri yaşatacak onu. Yaşatacağız; ülkümüz ve sevgilerimiz ortaktı çünkü. 21 Mayıstan bu yana yoksun, ama hep olacaksın Ekmekçi… "Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil" çünkü. Kim arkasında senin kadar gerçek dost, yürekli ülküdeşler bulabilirse, ne mutlu ona. Biz de dostun olmakla mutluyuz, ülküdeşin olmakla kıvançlıyız Ekmekçi… Sevgili Ekmekçi… Kitapların, binlerce yazınla yaşayacaksın…

Çağdaş Türk Dili,
Temmuz - Ağustos - Eylül 1997, Sayı : 113 - 114 - 115