Bir Mustafa Ekmekçi Vardı

Server Tanilli

Son günlerde, sağlığı hakkında güzel haberler alıyordum dostlarımdan. Hafta başında da eşi Aldoğan Hanım'la konuşmamda öğrendim ki bu haberlerde gerçeğin payı büyük. İki günüm sevinç içinde geçti. Ama çarşamba sabahı, Almanya'dan bir telefon: Onun ve benim ortak dostumuz, dostlar dostu Nebahat Pohlreich derin bir acıyla sarsıla sarsıla ağlıyordu.

Ölümü, hele hele sevdiklerimize konduramayız. Bir süre böyle geçer. Yaşam, ağır ağır hükmünü kabul ettirir. Mustafa Ekmekçi için de öyle olacak. Acıyı bal eyleyip anılara sarılacağız, yazdıklarını, kitaplarını karıştıracağız.

Yaşarken başka, öldükten sonra başkadır kişi.

Garip olacak demesi: İnsanın asıl gerçekliği ölümüyle başlar.

Şu anda ne söyleyebilirim Ekmekçi için?

* * *

Önce, dostluğumuzla ilgili birkaç söz: 70'li yıllarla başladı; birden derinleşti ve hep sürdü. Bir rastlantı: Kapıyı o açtı önce, ikimiz de girdik ve kaynaştık.

Ayrılışımız ölümle olmuştur.

Dostluğuyla övündüğüm nadir insanlardandı.

Sayın Adnan Binyazar'la çekişir dururlarmış. Konu : Hangimiz daha karayız?

Bizim ortak konumuz ise başkaydı ve çekişmeye yol açmayacak türdendi: Konyalı Frenk Mustafa Bey'in torunu olduğunu, adının da ondan geldiğini söyler, övünürdü dedesiyle.

Övünülmeyecek gibi de değil: Adam, mezar taşlarına manzum yazı yazan bir kişi. İlim irfan sahibi. Çevresiyle fikrî uyumsuzluk içinde olacak ki "Frenk" diye adlandırılır. Gün gelir bağlar tam kopar, Avrupa'ya kaçar. Sonrası bilinmiyor.

Ama ben, konunun burasında müdahale ederdim: Frenk Mustafa Bey'i, 19. yüzyılın, ikinci yarısında yaşadığına göre, mutlaka Londra'ya gönderirdim; orada Namık Kemal'le, dahası Karl Marx'la dostuklarını düşlerdik.

Gülüşürdük…

Hey gidi Frenk Mustafa Bey'in torunu hey!

* * *

Hani o gül gülerek geldiği demler şimdi
Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz

* * *

Ne var ki asıl Ekmekçi, binlerce insanın dostluğunu kazanan, onların sorunlarıyla hemhal olan; onun da ilerisinde, çağdaş Türkiye'nin değerlerine bağlanmış, o değerlerin düşmanlarına karşı toplumdaki kavganın içinde yer alan ve kalemini o doğrultuda kullanan adamdır.

Cumhuriyetçiydi, sapına kadar demokrattı.

Emekten ve aydınlıktan yanaydı.

Öyle olduğu için de bağnazlığın ve yobazlığın karşısındaydı.

Laikliğin, hukuk devletinin, insan haklarının arkasından ısrarla koşması bundandı.

Emeğe ve emekçilere arka çıkması bundandı.

Din bezirgânlarını lânetlemesi bundandı.

Üniversite özerkliğini savunması bundandı.

Geriye dönüp bir Köy Enstitüleri hareketini durup durup anması bundandı.

Mesleği olan gazeteciliği de, bu genel tavrın tutarlığı içinde sürdürmüş ve gerçekleri, olanca dürüstlükle köşesinde dile getirmiştir. Açıkça söyleyemediği zamanlarda, satır aralarında konuşarak…

Gazeteciliğin çağdaş tarihimizde apayrı bir role sahip olduğuna inananlardanım. Bu güç sanatı, çağın doğrultusunda ve halkın hizmetinde - yüzünün akıyla - sürdürmüş nadir aydınlarımızdan biri oldu Ekmekçi.

Mesleğinin gereğini yerine getirmiş bir insan olarak, günümüz gazetecilerine öğüt verme hakkını kendinde görüyor ve şöyle diyordu: Bıraksınlar lider konuşmalarından yazı yazmayı. Dedikodu yazarlığını bıraksınlar, yeni konular yaratsınlar. Örneğin, dursunlar Köy Enstitüleri gerçeği üstünde, dilin özleşmesi üstünde. Domuz eti üstüne yazsınlar. Ne olur biri yazsın da dişimi kırsın!

Ekmekçi, davasına inanan ve onu ısrarla sürdüren bir gazeteciydi.

Öyle olduğu için de, arkaya unutulmayacak bir örnek bıraktı.

Yazılarıyla, kitaplarıyla, söyleşileriyle…

Bir "hoş sada" dır kalan ondan; "baki kalan bu kubbede" de o değil mi?

Nur içinde yatsın!..

Cumhuriyet, 23 Mayıs 1997
Bir Bakıma