Dinozorun Ölümü

Can Dündar

Tarih kitapları dinozorların yok oluş nedenlerini açıklamakta zorlanıyorlar. Çoğu bilim adamı, onların değişen koşullara ayak uyduramadıkları için yeryüzünden silinip gittiklerine inanıyor. Yeni dünya karşısındaki çaresizlik, dinazorların sonu olmuş ve o dev gövdeleriyle yok olup gitmişler.

Mustafa Ekmekçi'nin cenazesinde tabutuna omuz verirken, bunu anımsadım birden... Yeni yetmelerin, O'nun kuşağından olanlara "dinozor" demesinin boşuna olmadığını farkettim.

Bizim mesleğin bir kesimi, o bildikleri, alıştıkları dünyanın acımasızca şekil değiştirmesi karşısında şaşırmış ve bu çalkantıya ayak uydurmakta zorlanmıştı.

Nasıl zorlanmayacaklardı ki?

"Değişim" denilen şey, bir kirlenmeydi aslında... Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında ticarileşmenin, yozlaşmanın, küfürleşmenin, yüzeyselleşmenin çağı açılmış, "dinozorlar çağı" nın bütün gelenekleri, bütün ilkeleri ayaklar altına alınmıştı.

Onlar, dev cüsseleriyle bu değişimi yukardan sessizce izlediler... Ayaklarının dibinde türeyen cehalete, ticarete, itiş kakışa bulaşmadılar, ama bu insafsız müzayedede çevrelerindeki eş dostun birer ikişer satışa sunulmasının acısını da yüreklerinde hissettiler. Modeli giderek eskiyen daktiloları ile geçmiş, onurlu günlerin yasını tuttular bir süre... Ekmekçi gibi, örgütlenme çabasına omuz verenler oldu. Lakin bir süre sonra çevrelerine baktıklarında "tür" ün hızla yeryüzünden silinmekte olduğunu farkettiler.

Yeni çağda "ekmek kadar temiz" dinozorlara yer yoktu.

"Köşe" lerine çekilip çığlıklarını satırlara döktüler.

Sonra bir gün, geride "Eylem" e adanmış koca bir ömür ve yoğun bir "Özlem" bırakıp gittiler.

Mustafa Ekmekçi'nin ölümü, aynı zamanda tevazunun ölümüdür...

Hasan Uysal anlatmıştı:

Büroya çok erken saatte geldiği bir gün, kapıyı çalmış. Bürodaki görevli kapıyı açmadan "Kim o" diye seslenmiş. "Ekmekçi" demiş Mustafa Ağabey... "Burası gazete bürosu, ekmek almıyoruz"  diye seslenmiş içerdeki... "Hay Allah öyle mi" deyip geri dönmüş.

İnce esprinin ve alçak gönüllülüğün yok oluşu karşısında çaresiziz.

Tevazuyu yaşam tarzı saymış bir neslin üyeleri, bizi megalomanlar ve mega iddialarla baş başa bırakıp gidiyorlar birer ikişer...

Her cenazede, ülkeye hayat veren verimli bir toprağın ayağımızın altından kayıp gittiğini hissediyoruz acıyla...

Değişimin seliyle yaşadığımız yaman erozyonu farkediyoruz.

Sel suları, verimli toprakları sonsuzluğa sürüklerken çorak bir zeminde süratle fakirleşiyoruz.

Ayakta ölmüş ağaçlar, kurmuş gövdeleriyle bize gülümsüyorlar.

"Mumcu'lar ölmez" diye bağrışıp tek bir yeni Mumcu yetiştiremeyişimize, "Ekmekçiler tükenmez"  deyip Ekmekçi'leri göz göre göre tüketişimize yanıyoruz.

Cenazede ak saçları, ak sakalları, güçlü kökleriyle "son çınarlar", bir dinozoru daha uğurluyorlar alkışlarla...

Tarih kitapları, bu "tür" ün yok oluş nedenini açıklamakta zorlanıyor.

Biz, biliyor ama engelleyemiyoruz.

Ve onlarla birlikte bir kuşağı, bir anlayışı, bir inancı da yitiriyoruz.

Yeni Yüzyıl, 24 Mayıs 1997