Cumhuriyet, 2 Ağustos 1997 Olaylar ve Görüşler

BİR BELGE: KUT'TAN EKMEKÇİ'YE 27 EYLÜL 1997 TARİHLİ FAKS MESAJI

Saat: 10.55

Sayın Mustafa Ekmekçi'ye İletilmesi

Mustafa,

Aziz Nesin'in ölümü üzerine yazılarını okuduğum günlerde Çandarlı'dan telefonla seni aradım. Karadeniz gezisindeymişsin. Çandarlı telefonumu bıraktım arayasın diye. Arayamadın, görüşemedik.

Biliyorsun, Aydınlar Dilekçesi davasında, Aziz Nesin'in Mamak Sıkıyönetim yargısındaki savunmasını birlikte izlemiştik. Sen haber vermiştin de birlikte gitmiştik.

Aziz'in savunmasında çok ilginç bir bölüm vardı. Yazılarında yer verirsin diye bekledim. Ya unuttun, ya da gerek görmedin. Bence önemli idi.

Savunmanın bir yerinde A. Nesin;

Kenan Evren'in Manisa'daki konuşmasında kendisine hakaret ettiğini, Devlet Başkanı olduğu için şimdi dava açamayacağını, ömrü olursa K. Evren Devlet Başkanlığından düştükten sonra hakaret davası açacağını, söylemiş ve eklemişti:

"Kenan Evren Manisa'daki konuşmasında, 'bunlar (dilekçe verenler) aydınmış, Vahidettin de aydındı, ne yapayım böyle aydını' demiş. Vahidettin'in aydın olup olmadığı tartışılır, ama devlet başkanı olduğu tartışılmaz."

* * *

Mustafa,

Haberde olsun, köşe yazılarında olsun dizgi yanlışları olur, okuyucu bu yanlışları hoşgörü ile karşılar. Ama Cumhuriyet gazetesinde, köşe yazılarında, söyleşilerde, dizi yazılarda bilgi yanlışlarına, deyim yanlışlarına gönlümüz razı olmuyor. Bu yazar-çizer takımının elleri hiç sözlüğe falan uzanmaz mı?

Bir-iki örnek:

Önce şunu söyleyeyim: Kışlalı'nın trafik kazasında eşini yitirmesine çok üzüldük. Başı sağolsun. Kalanlara sabır demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

./..

Kışlalı bir yazısında,

"Deveye neren eğri diye sormuşlar. O da nerem doğru ki demiş" bu yanlış. Doğrusu, "deveye boynun neden eğri diye sormuşlar, o da nerem doğru ki demiş."

* * *

Erdal Atabek de 16 Eylül 1995 günlü (arka sayfadaki) yazısında "Keçiyi dağdan uçuran bir tutam ot" diye yazmış.

Bir kere keçi otla beslenmez. Yemesine ot yer belki. Keçi asıl orman yapraklarını yer. Özellikle makileri yer. Ormanın yeni sürgünlerini büyük bir iştahla yer. Atabek'in kullandığı deyim de yanlış.

Doğrusu : "Deveyi yardan attıran bir tutam ottur."

* * *

Oral Çalışlar, yazılarını, söyleşilerini ilgi ile okuduğumuz bir Cumhuriyet' çi. Oysa, Fethullah Gülen'le yaptığı söyleşide yanlışlar yaptı. Örneğin, Eğirdir ilçesini Burdur'un bir ilçesi olarak gösterdi. Eğirdir, biliyorsun Isparta'nın ilçesi. Saidi Nursi'yi önce Eğirdir'in Barla köyüne (Barla köy değil bucak) sonra da Afyon'un Emirdağ ilçesine sürüldüğü veya oturmaya hükümlü olduğu şeklinde belirtti.

Aslı, bildiğim kadarı ile şöyle:

Yargı kararı ile önce Emirdağ'da sürekli olarak oturmasına hüküm verilir. Emirdağ tren yolu üzerinde olduğu için Nurcuların nerdeyse akınına uğrar. Bunun üzerine, yeni bir kararla olsa gerek, hayvanla ulaşımın dışında yolu olmayan, hayvanla da ancak 3-4 saatta ulaşılabilen, Eğirdir gölünden de kayıkların yanaşabildiği yerden 1,5 - 2 saatte varılabilen Barla bucak  merkezinde zorunlu olarak oturmasına karar verilir.

Demokrat Parti iktidara gelinceye kadar Barla'da oturur. DP iktidarından sonra Isparta merkezinde kendisine bir ev tutulur. İstanbul'daki müritleri (veya zengin bir müridi) tarafından sağlanan bir araba emrine verilir. (Şoförü ile birlikte)

Isparta'da bulunduğum sürede Saidi Nursi ile ilgili olarak edindiğim bazı bilgiler özetle şöyle:

Saidi Nursi cuma namazlarına gitmezmiş. Daha doğrusu camiye gitmezmiş. Eğirdir'de (adı deli hocaya çıkarılmış) bir imam, cuma konuşmalarının birisinde Saidi Nursi için, "Bu adam Müslüman değil. Müslüman olsaydı hiç değilse cuma namazlarına gider" der. Bu söz çevreye yayılır.

Bundan sonra cuma günleri Hükümet Konağı'nın yanındaki camiye cuma namazlarına gelmeye başlar. Camiye girişinde ve çıkışında müritleri karşılıklı iki sıra olurlar. O da aralarından geçerek camiye girer. Çıkışında da aynı gösteri.

Isparta'da yayınlanan günlük Isparta  gazetesinin genç başyazarı Mehmet Çelik "Kim Bu Adam"  başlığı ile oldukça sert bir eleştiri yazdı. Ben o sıralar aynı zamanda Vatan' ın gönüllü muhabiri idim.

Çelik'in yazısını telefonla akşam yazdırdım. Vatan üç sütuna manşetten "Saidi Nursi'ye her cuma nümayiş yapılıyor Isparta'da" diye verdi. Gazete Isparta'ya bir gün sonra geliyor. Ankara'da kıyamet kopuyor. İçişleri Bakanı vali, Adalet Bakanı savcıyı arıyor. "Görmüyor musunuz Saidi Nursi'ye yapılan nümayişi" diye. Benim muhabirliğim pek kimse tarafından bilinmiyor. Mehmet Çelik'i çağırıyorlar "Bu haberi sen mi verdin" diye. Ben kalktım ilçelere okulların yapımlarını kontrola gittim. Bir kaç gün sonra geldiğimde ortalık yatışmıştı.

* * *

Bana anlatıldığına göre, Saidi Nursi hiçbir seçimde seçim sandığına gitmez, oy da kullanmazmış.

1957 seçimleri kampanyası sırasında DP'nin Milli Eğitim (Maarif deniyordu) Bakanı (Vekili) Tevfik İleri ile Celal Yardımcı propaganda için Isparta'ya gelmişlerdi. Tevfik İleri önce Kız Enstitüsünde öğretmenlere yaptığı toplantıda Isparta Göller Bölgesi Köy Öğretmenleri Derneği'ne saldırmış, derneğin kapatılmasını istemiştir (Daha doğrusu emretmişti. Tabii Köy Enstitülü olarak yöneticileri ve olağanüstü kongre delegeleri Vekil efendinin emrini geri çevirdiler ve derneği kapatmadılar).                                                                                                                                                                                                 ./..

İki Bakan Halkevi salonundaki propaganda konuşmalarından sonra Eğirdir üzerinden Konya'ya gittiler.

Eğirdir'e girmeden önce yol, demiryolu köprüsünün altından geçer, (E.Ö. adındaki arkadaşımın gözlemi) : Köprünün altını geçer geçmez yolun sağında Saidi Nursi arabasının içinde beklemektedir. T. İleri ve C. Yardımcı oraya gelince arabalarından inerler, Saidi Nursi'nin elini öperler ve "Hocam bizi dualarınızdan yoksun bırakmayın" şeklinde yardım isterler.

Tüm ilçe ve köylerde okulların yapımlarını denetlediğim için beni hiçbir zaman seçim sandıklarında görevlendirmedi ilçe seçim kurulu. 1957 seçimlerinde ise, Kepeci mahallesi seçim sandığı başkanlığına görevlendirilmiştim. İlçe Seçim Kurulu Başkanı yargıca gittim. Çalışma durumumu bildiklerini, neden bana böyle bir görev verdiklerini sordum. Yargıç (H.S.) "gerekliydi, sen yaparsın Hocam, zor bir iş değil" şeklinde beni ikna etmeye çalıştı ve zorunlu olarak yaptım.

Seçim günü Saidi Nursi'nin yanında çalışan, oldukça kirli bir adam geldi, "Hoca Efendi çok hasta, oy kullanmaya gelemeyecek. Bir memur nezaretinde seçim sandığını istiyor oyunu kullanmak için" demez mi! "Değil Hoca Efendi, Cumhurbaşkanı bile bu sandığı yerinden oynatamaz. İsteyen gelir oyunu kullanır, istemeyen kullanmaz" diye herifi kovaladım. Saidi Nursi bir saat kadar sonra geldi, orada bulunan diğer seçmenler gibi sıraya girdi, sırası gelince oyunu kullandı. (Ayrıntı var, ama uzatmamak için burada kesiyorum.)

İlhami Soysal'la Tarık Dursun K., Isparta'ya geldiler seçimlerden epey sonra. AKİS adına Saidi Nursi ile söyleşi yaptılar. AKİS de bir özel sayı yaptı.

Mustafa,

Saidi Nursi'nin "Türkiye'nin şarkında çoğalmak mubah, garbında çoğalmak günah" dediği, günah işlememek için bir kısım müritlerinin karılarını boşadığı Isparta'da hep söylenirdi. Vatan, Dünya ya da Cumhuriyet gazetelerinden birisinde, 1950'li yılların sonlarına doğru bir haber yayımlandı. Sanırım anımsayacaksın: Afyon ilçelerinden birisinde büyüyünce çocukları günah işlemesinler diye birkaç kişinin erkek çocuklarını (kasetre) iğdiş ettirdikleri belirtiliyordu haberde. Bu babaların Saidi Nursi'nin müridi, nurcu oldukları da haberde belirtiliyordu.

Mustafa,

Belki de gereksiz şeyleri yazıp başını şişiriyorum. Bunlar bildiğin şeyler aslında. Bir kere de ben yazayım dedim sana.

Gözlerini özlemle öperim.

24 Eylül 1995

Dursun Kut