Herkes ile dosttu. Dağdaki çobanla da, Çankaya Köşkü'ndeki Cumhurbaşkanı ile de. Gazeteciliğindeki giz buradaydı. Cumhuriyet bürosundaki küçücük odası hiç boş kalmazdı. Dertli öğretmenler, başı sıkışmış öğrenciler, hoşbeşe gelen sanatçılar, edebiyatçılar, şairler, son yazısını okuyup 12 saat yolculuğa katlanıp "Eline sağlık" demeye gelenler… Hepsi hepsi odasında buluşurlardı. Sevgiyi kanaviçe gibi örerdi onlarla. Canını sıkan oldu mu da odayı terk eder, büronun diğer bölümlerinde dolaşırdı, "Anlasın hatasını da gitsin" diye. En ufak sözcük bile haberdi, yazı konusuydu Mustafa Ağabey için. Günlük yaşamın, göze görünmeyen ya da ülke yöneticilerinin görmek istemediği minik ayrıntıların, topluma yararlı olmak için didinen, ama adı sanı duyulmamış halk kahramanlarının gazetecisiydi. İnsansız, isim geçmeyen tek yazısını bulamazsınız onun. Bu yüzdendir, insan ışırdı Ankara Notları'nda. Yazdıklarını, insanların sorunlarını birebir yaşardı. Ruhi Su'ya pasaport mu verilmiyor. Mustafa ağabey, hem pasaport alınması için başvurmadık yer bırakmaz, İçişleri Bakanı'ndan Başbakan'a herkesi telefonla arar, gerekirse kapılarına dayanır sorunu çözmeye çalışır - çoğu kez de inat eder, çözer - hem de yapılan haksızlığı köşesinde işlerdi. Ustamızı, öğretmenimizi, ağabeyimizi, cumhuriyetçiliğin, emeğin, engin duru Türkçe'nin, bozuk düzende itilmişlerin, horlanmışların, kavruk kalmışların, sıcacık insanseverliğin dostunu yitirdik.
Onun bir yazısında sorduğu şu soruyu inançla biz de sormaya devam edeceğiz: "Cumhuriyet'i, gözünü kırpmadan yazarak yaşatmak, bir boyun borcu değil mi?"
* * *
Alçakgönüllü, ama o denli dirençli meslektaşımız, bir yazısında ne demişti, açıp okuyalım: "Her yazıya oturuşta, yeni başlıyormuşum gibi bir duyguya kapılırım, 'Ya beğenilmezse' diye. Her yazıda sınavdan geçer gibi bir duygunun içinde yaşamak kolay olmasa gerek. Hani birine söylemişler, 'Okunmuyorsun artık, bu yazarlığı bıraksan!' diye … 'Bırakamam, çünkü ünlü oldum!' demiş.
Öyle ünlü filan olmadım, ama yazacaklarım, söyleyeceklerim bitmedi gibi geliyor!" Yazacakları, söyleyecekleri bitmemişti Mustafa Ağabey'in. Onun için isyan ediyoruz ya… Topluma zırnık kadar yararı olmayan, kokmaz bulaşmaz, sünepe, hatta zararlı bir dolu yaratık dünyaya kazık çakarken, Azrail güzelim Mustafa Ağabey'den ne istedi ki?
EKMEKÇİ'DEN İKİ ANI
Cumhuriyet okurları Mustafa Ekmekçi'nin "kefir" yazılarını anımsayacaklardır. İşte bu kefir yazılarının başlanıgıç nedeni ve öyküsü şöyle: Eski parlamenter Cahit Angın, Mustafa Ekmekçi'nin yazlıktan komşusu. Angın, sindirim sistemi ile ilgili rahatsızlıkları giderdiği gerekçesiyle epeydir kefir kullanıyor. Ekmekçi, gaz sıkışması nedeniyle kalbinde rahatsızlık duyunca Angın yetişmiş imdadına: "Bak Ekmekçi, sindirim sistemi için kefir birebirdir." Ertesi sabah erkenden Ekmekçi, süt dolu bir kavanozla kapıda belirmiş. Kefir mayasını tanımış, nasıl mayalanacağını da öğrenivermiş. Mustafa Ağabey, bununla yetinir mi hiç! Ankara'ya dönünce Ziraat Fakültesi Sütçülük Kürsüsü öğretim üyeleri ile görüşmüş, epeyce bilimsel veri toplamış. Bu arada, kefir üzerine yazılar peşpeşe geliyor bilindiği gibi. Sonra, Cahit Angın ile birlikte bir ansiklopedide şu tanımlamayı görmüşler: "Kefir: Eski Türklerin bulduğu bir tür yoğurt. Peygamber darısı ile fermantasyonundan kımız yapıp içilir."
O andan itibaren Cahit Angın ile Ekmekçi kımız yapıp içmeye karar vermişler. Mustafa Ekmekçi, kımız ile ilgili tüm yayınları bulmuş. Angın, anısını şöyle bitirdi:
"Ne var ki, kımızı yapamadık..."
* * *
İkinci anı, 1970'li yılların sonuna dayanıyor. Mustafa Ekmekçi, kendini yazıya verdiği zaman çok dalgın olurdu. O gün yine büroda yazısını yazıyor, bir - iki dolanıyor, sonra birkaç tuş daha vuruyordu. Bir ara, İdari Müdürümüz Sofu Tuğrul'a yöneldi. Ekmekçi ile Tuğrul'un evleri aynı yol üzerinde ya, sordu: "Yav Sofu, yazı bitince beni eve atar mısın?" Sofu Tuğrul, "Olur, niye olmasın" dedi. Ekmekçi, daktilosunun başına döndü, bir iki tıkırdattı. Telefonu aldı eline, numaraları çevirdi. Cumhuriyet, Ataç Taksi ile çalışıyordu o günlerde. "Alo" dedi Ekmekçi, "Ataç Taksi değil mi? Hııı. Ben eve gitmek için taksi çağıracaktım, ama Sofu beni eve bırakacak. Onu bildireyim dedim…" Telefonu kapattığında, kendisi dahil tüm bürodakiler az daha katılıyordu.
Cumhuriyet, 24 Mayıs 1997
Ankara Kulisi