Küçük Hanıma Bakın!

Mehmed Kemal

Ayağımı kapıdan içeri attım, banka miting alanı gibi ağzına kadar dolu. Ne oluyor dememe kalmadı anladım, emekliler maaşlarını almaya gelmişti. Maaşlarda farklar vardı, birikmişti, şimdi onları veriyorlardı. Kalabalık, onlar için doldurmuştu bankayı…

Farklar için doldurmuşlardı bankayı da para filan veren yoktu, alan da yoktu. Bir gürültüdür gidiyordu. Biraz müdürün yanında oturdum, biraz gürültü edenleri dinledim. Para, bankanın bu şubesinde değil, öteki şubelelerinde de yokmuş.

Ne olacaktı?..

Şubelerden gelecek, şubelere gidecek, ordan da emeklilere dağıtılacaktı…

Bağırma çağırma, gürültü gidiyordu. Herkes para peşindeydi. Para peşindeydi ama ortalıkta para yoktu.

Müdürden kaş göz işaretiyle öğrenmeye çalıştım, sordum:

"Gelecek mi?"

"Gelecek…" dedi.

"Ne zaman?"

"Bekliyoruz."

Çaresiz bekleyeceğiz. Madem buyruk ulu yerden geliyor, bekleyecektik. Bir gazete aldım, kenar bir yere oturdum, okumaya başladım. Rahmi Koç, Tansu Çiller'e çatıyordu. Hem de fena biçimde çatıyordu, şöyle diyordu:

"Küçük Hanım gidici..."

Sahi gidici miydi? Emir yüksek yerden geldiğine göre durucu değil, gidici demekti. Çünkü bu küçültücü anlatımda "Küçük Hanım" Tansu Çiller, komutu veren de Vehbi Bey'in oğlu Rahmi'ydi. Vehbi Bey olsa böyle "Küçük Hanım"  diye küçültücü sözler söylemez, el altından haber salardı.

"Küçük Hanım dikkat et!.."

Küçük Hanım da dikkat eder, işler kendi içinde çözülürdü. Rahmi Koç babası dönemindeki suskunluğunun acısını şimdi çıkarıyordu. Hemşerimiz, yeni söylemler söylemeye davranıyordu. Demeçler veriyor, Aydın Doğan Holding'le ilişkisi olmadığını kanıtlıyordu.

Derken bankada kalabalık gittikçe kabarıyor, mırıltılar artıyordu. Ortalıkta para filan görünmüyordu. Telaşlanan hanımlar gürültüyü, şamatayı artırıyorlardı. Yaşlıca bir kişi:

"Osmanlı İmparatorluğu'nda emeklilere böyle eziyet edilmemiştir" diyordu. Eziyet edilmiş midir, edilmemiş midir bilmiyorum, ama maaşlarını almışlardır.

Biz emekli parasını bankadan verilen iki numaraya göre alırız: Biri tek, biri çift… Benimki çiftti. Bir gün sonra geliyordum, bir gün sonra alıyordum. Günlerden cumaydı. Eğer cumayı kaçırırsam param üç gün ertelenmiş olacaktı.

Kadim dostum, sevgili kardeşim Mustafa Ekmekçi'nin cenazesi de cuma günü kaldırılıyordu. Rahatsızlığımdan ötürü beni Ankara'ya götürmemişler, İstanbul'da nöbetçi bırakmışlar, izin vermemişlerdi. Bu da başka bir acı olmuştu.

Cenaze kalktı.  Asri mezarlıkta bir akağacın altına gömmüşler. Kaldırılışında, yatırılışında bulunamadım.  Kaderde bu da varmış.

Cumhuriyet, 31 Mayıs 1997
Politika ve Ötesi