Sayın Ekmekçi ile Anılarım

Sabri Ünal (Eski Bir Polis Memuru)

Yıl 1977. Seçimler öne alınmış; 5 Haziran 1977'ye... Bu tarihte Kayseri'de bulunuyorum. Geçici görevle gönderildiğim Konya'da haksız bir tasarrufa karşı hakkımı aradığım için, açığa alındım. Fakat açık işlemi tarafıma tebliğ edilmeden rapor aldım. Tam seçim arefesinde raporluyum. Pardon görevimi belirteyim. Türkiye'de çoğunluğun meslek seçme gibi bir sorununun olmadığı gerçeğini düşünürsek, ben de o çoğunluğun içindeyim ve polis memuruyum. Sayın Ekmekçi'yi fiziksel olarak hiç tanımıyorum. Ancak Yeni Ortam ve Cumhuriyet' teki yazılarından, paylaştığım düşüncelerinden tanıyorum.

Kayseri'ye POL-DER konusunda çalışmalar yaptığım için Zonguldak'tan sürgün gönderilmiştim. Kayseri'ye vardığımda baktım ki POL-DER'i hiç kimse tanımıyor. Hemen dernek çalışmalarına başladım. Kayseri'de göreve 25 Mart 1976 tarihinde başlamıştım. Demek 14 ay sonra seçimlere gidiliyordu. Sayın Ekmekçi'nin seçim araştırmaları yapmak üzere Kayseri'de olduğunu öğrendik ve kendisini bulduk, tanıştık, kendisinin güvenliğini üstlendiğimizi söyledik. Sevindi, yalnız kendisi ile bir akşam yemeği yemek istediğimizi de söyledik. Kabul ettiler. Yemek tarihini hatırlamıyorum, ama kesin 5 Haziran 1977 tarihinden 10 gün önce falan. Kent Otel'in altında Beyti Restaurant'ta Kayseri Merkez Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Nedim Doğan, Kayseri CHP İl Yönetim Kurulu Üyesi  Halil Gemici, Kayseri Maniple Telsiz görevlisi polis memuru Ünal Tunç ve ben... Mustafa Ekmekçi ile rakımızı yudumlarken seçim tahminleri yapıyoruz. Yemekte bulunan arkadaşların hepsi mutlu. Çünkü Sayın Ekmekçi ile beraber olmak, çok güzel bir olay, duygu. Tam bu sırada içeri polisler girdi, arama var. Herkesi aradılar tabii bizim masa aranmadı.

Ekmekçi arama işlemi bitip polisler gittikten sonra, "hayatımda ilk defa aranmıyorum. Bu güne kadar polis her yaptığı aramada beni mutlaka aramıştır" dedi.

Sayın Ekmekçi'nin Kayseri araştırmaları bittikten sonra Nevşehir'e gideceğini söyledi. Biz kendisini gideceği vasıtaya kadar götürdük, uğurlarlarken "ilk kez polis tarafından uğurlanıyorum"  dedi. Nevşehir'e yollandı.

Ankara'ya dönüşünde, köşesinde bu konuları bizlerin isimlerini kullanmadan yazdı. Daha sonra kendisine sorduğumuzda "sizlere zarar gelmesini istemiyorum" yanıtını aldık.

1977 seçimleri sonunda CHP 213 milletvekili çıkararak iktidara en yakın parti konumuna geldi. Başarısız azınlık hükümetinden sonra 2'nci MC Hükümeti kuruldu. 2. MC Hükümeti de tarihe 11'ler olarak geçen milletvekillerinin istifası sonucu düştü. CHP 1978 yıl başında tekrar iktidarı yakalamıştı. O zaman bütçe mart ayında çıkıyordu. 1 Ocak'la mart ayı arasındaki süreçte olaylar bıçak gibi kesildi.

Ünal Tunç ve ben Kayseri'ye iyi bir emniyet müdürü atanmasını sağlamak ve gerekli kadroyu kurabilmek için Ankara'ya gittik. İlk uğradığımız yer Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı oldu. Çünkü Bakan Kayseri Milletvekili Mehmet Yüceler'di. Gördüğümüz manzara karşısında hiçbir girişimde bulunmadan bakanlıktan ayrıldık. Enerji Bakanlığı'na gittik. Bakan Deniz Baykal'dı. Bekleme salonunda Aşık İhsani'yi gördük. İhsani'yi POL-DER olarak konsere çağırmıştık, tanıyorduk, sorduk işini, dedi ki: "Yurtdışı yasağı koymuşlar, pasaport alamıyorum. Ecevit'e gittim Sayın Baykal'a gönderdi, onu bekliyorum."

Biraz bizde bekledik. Görüşme umudumuzu yitirdik. Sonra ayrıldık. Cumhuriyet'e uğrayalım, Mustafa Ekmekçi'yi ziyaret edelim, dedik. Bizi çok sıcak karşıladı Sayın Ekmekçi... Çayımızı yudumlarken CHP iktidarını nasıl gördüklerini sordum "daha erken şimdiden belli olmaz" dedi. Ben hemen ekledim "iktidar başlarken bitmiş" dedim. "Bir altı ay geçsin ondan sonra konuşalım"  dedi. "Sekiz ay sonra konuşalım" dedim. Sekiz ay sonra tekrar görüştüğümüzde "sen haklısın daha keskin görüşün var" dedi. Biliyoruz, CHP iktidarından kimseye hayır gelmedi.

Bu görüşmeden sonra iyice dost olmuştuk. Her Ankara'ya gidişimde Sayın Ekmekçi ile mutlaka görüşüyordum. O artık Mustafa Ağabey'di. Basın Sitesi'ndeki mütevazi evinde sabah kahvaltısı yapıyorduk. Sözün gelişi çorba içiyorduk.

Yine Ankara'ya gittiğimde, evindeyiz. Bürokratlardan biri Ilgaz Dağları'na ava gitmiş domuz avlamış Mustafa Ağabeye. Domuzun iyi olarak tabir edilen sırt kısmından birkaç kilo et getirmiş, ben de ilk kez domuz eti görüyorum. Mutfağa girdik. Eti getiren arkadaş nasıl yapılacağını tarif etti, hep beraber bol sarmısaklı, soğanlı, baharatlı eti pişirdik. Bu arada ben Antalya'da beraber çalıştığım eski Antalya Valisi Sayın Güngör Aydın'ı da çağırdım. Kırmızı şarapla bir güzel domuz etini yerken Mustafa Ağabey "güzel" demişti. Bu işi hepimiz beğenmiştik. Biliyoruz Mustafa Ağabey domuzları severdi. Ama dört ayaklı domuzları. O yüzden evinde ve gazetedeki bürosunda resim ve heykelleri vardı.

12 Eylül 1980 darbesinde ben şark görevim nedeniyle Batman ve Siirt'te bulunuyordum. Darbeciler beni de diğer devrimci demokrat insanlar gibi meslekten ihraç ettiler. Bazı şeylerin yazılması için Sayın Ekmekçi'ye belgeler gönderdim. Yazmadı. Daha sonra yüz yüze yaptığımız görüşmede "yazarsam sana zarar gelebilirdi, onun için yazmadım"  dedi.

SHP-DYP ortaklığında 12 Eylül darbesinde işinden olan kamu görevlilerinin geri dönebilmeleri için 3817 sayılı yasa çıkarıldı. Dönmek için ben de İçişleri Bakanlığı'na başvuruda bulundum. Çabuklaşması için Mustafa Ağabeye söyledim. O zaman İçişleri Bakanı olan İsmet Sezgin'den görüşmem için randevu aldı. Görüştüm. Bakan, polisten sorumlu danışmanını yanıma vererek işin çözülmesini söyledi. Gerekli görüşme yapıldı. Kayıp olan dosyam arşivden bulundu. "Senin işin tamam sen İstanbul'a dön"  dediler. Ben döndüm. Fakat iş olmadı. Tekrar Ankara'ya gittim. Gene Mustafa Ağabeyle görüşmeler. Tekrar Bakanla görüşme;  aynı senaryo devam ediyor. Ben yine İstanbul'a döndüm. Bir akşam saat 22.00 sularında bir telefon... Mustafa Ağabey beni arıyor: "Sabri bugün Meclis'te bakan beni gördü :  'O arkadaşın işi tamam Mustafa Bey' dedi." Bana müjdelemek için aramış. "Ağabey atama yazısı cebime girmedikçe inanmam. Kadrolar bakanı kandırıyor"  dedim. "Bakalım" dedi. Hala atama emri cebime girmedi. Evet İçişleri Bakanlığı'nda Susurluk'ta somutlaşan çeteler bakan emri falan dinlemiyorlardı. İçişleri Bakanları sembolikti.

Aziz Nesin'in aramızdan ayrılmasından sonra Levent Kırca Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda, Toros Canavarı'nı sahneye koydu. Mustafa Ağabey İstanbul'a gelmiş, beni aramış "Nazım Hikmet Vakfın'dayım"  demiş. Eve geldiğimde hemen aradım. "Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'na gitti" dediler. Orada bulurum dedim, gittim. Tiyatro ağzına kadar doluydu, sahnenin önüne kadar indim. Cumhurbaşkanı Demirel, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve eşleri en ön sırada oturuyorlar. Bir sıra boş bırakmışlar. Üçüncü sırada basın mensupları oturuyorlar. Mustafa Ağabey'i buldum. Yanında İsa Çelik de vardı. Toros Canavarı'nı izlerken yağmur başladı. Korumalar Demirel ve eşinin başına hemen şemsiyeleri tutmaya başladılar. Korumalar Demirel ve eşinin başlarını yağmurdan koruyorlar, fakat diz ve ayaklarını koruyamıyorlar. Levent Kırca "devam edelim mi efendim"  dedi. Tarık Akan ayağa kalktı "devam"  diye bağırdı. Oyun devam ediyor, ama bizlerde tepeden tırnağa ıslanıyoruz. Demirel dayanamadı ayrıldı. Oyun yarıda kaldı. Ama bizlerde sırılsıklam olmuştuk. Mustafa Ağabey her telefon açışımda alo derken hemen sesimi tanır "a Sabri merhaba"  derdi. Oysa benim gibi yüzlerce insanla telefon görüşmeleri yapıyordu. O aramızdan ayrılmadı; daha sıcak biçimde bizimle beraber yaşıyor.