Ekmekçi

Yakup Kepenek

Karınca gibi çalışan ve üreten, ama gösterişi sevmeyen, yani "satışı olmayan" yük taşıyıcılar vardır; sen o türlerin en önde gelenlerindendin; üstelik "kendine özgü" ya da bir okurunun deyişiyle "tuhaf" kişiliğinle.

Emekten yana, düzgün bir düşünsel çizginin gereklerini "her koşulda ve de ayrım yapmaksızın herkes için" yerine getirmek az şey mi? Toplumda yerleşmiş anlamsız bağnazlıkları kırmak için yine hiç çekince göstermeden ve de "domuzuna" uğraş vermek; Kürt ve Kıbrıs konularını işleyebilmek… Bitmedi, Köy Enstitülerini yazarken örneğin 1970'li yılların ikinci yarısında görüldüğü gibi üniversiteye yapılan faşizan saldırılar karşısında, gözünü kırpmadan, yiğitçe, doğruları yazmak ya da Aydınlar Dilekçesi'nin kamuoyuna mal edilmesinde, yine hiçbir "öne çıkma, pazarlama ve satış" çabasına girmeden, yorulmak bilmeyen bir uğraş vermek…

Tüm bu emekler, kalın bir ışık kümesi olarak uzaya uzanıyor; kalıcılık kazanıyor.

* * *

Yazılarımda "kişi adlarına" yer veremiyorum, biliyorsun; bugün bu kuralın dışına çıkacağım; kuşkusuz senin yazılarını andıracak bir biçem tutturamam; o nokta ayrı, çünkü İlhan Selçuk'un dediği gibi "Ekmekçi, sen başlı başına bir ekolsün". Sana ilişkin bir başka yerinde nitelemeyi Melih Aşık yaptı, ömür boyu emekten yana olduğun gerçeğini özetledi, adını E(k) mekçi diye yazdı. Dr. Hüsnü Göksel, "Ben bu evde hep kahkaha atarım" diyor . Yaşam, sensiz - seninle, sürüyor.

Aldoğan, Eylem ve Özlem, sevenlerine olağanüstü güzel davranmayı, senden aldıkları güçle, başarıyor.

Çağdaş'tan Cumhuriyet' e, oradan da Maltepe'ye yürüyüş, binlerce "alkışlarla" güle güle diyenini bir araya getirdi; düzgün topluluğa bakan Ahmet İsvan ve Necdet Uğur birbirlerine, "Tam da Ekmekçi'lik bir yürüyüş" diyor. Yurdışından ve ülkenin her yöresinden gelen okurlarının her biri bir anı yumağı. Senin, Yaşar Kemal'in "insan hak ve özgürlükleri" ve Server Tanilli'nin "aydınlanmacı kültür", Melih Cevdet Anday'ın "yazın", Aziz Nesin'in "gülmece"... gibi bu toplumun "düşünsel tepe noktalarının çatısı olan yazılarını"  hep özleyeceklerini beyaz mendillerine işliyorlar. Bu noktada, Ahmed Arif'in şu dizelerine ne dersin:

"Seni, anlatabilmek seni; İyi çocuklara, kahramanlara; Seni anlatabilmek seni; Namussuza, halden bilmez; Kahpe yalana."

* * *

"Ya bundan sonrası mı" dedin. Bu sorunun yanıtı, daha senin sağlığında, ölümünden bir gün önce çok görkemli bir biçimde verildi. Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen'in çabaları ve sanatçı Zülfü Livaneli'nin özverisiyle gerçekleşen "Güneşle Geliyoruz" şöleninde, 19 Mayıs akşamı Ankara Hipodromu'nu dolduran bir milyona yakın, büyük çoğunluğu senin hep sevecen davrandığın gençlerden oluşan coşkulu topluluk, sana "güle güle dercesine" haykırdı: "Türkiye laiktir, laik kalacak."

Sanırım, toplumun "güneşli güçleri", Nâzım'ın vurguladığı noktaya geldiler, "gayrı yeter" diyorlar. Önemli olan siyasetçilerin bu güçlü haykırışın gereklerini yapmalarının sağlanmasıdır. Laik, demokratik Türkiye istemi, Uğur Mumcu'nun dediği gibi gün geçtikçe "güneşten bir top" özelliği kazanıyor.

Sen, "bozkırın esmer güneşi", biliyorsun, bu toplum ne baskılar, ne hırsızlıklar ve karanlıklar gördü, sonunda hepsini düzeltti, güneşiyle aydınlattı; kuşku duyma ki bozkır güneşinin aydınlığı sürecek, hiç bitmeyecek ve bunları da temizleyecek. Aslında bu sonucu çok sevdiğin bir fıkra anlatıyor:

Denizi çok seven Temel, çocuklarına sürekli olarak

"Olduğumde peni tenize gomun"  dermiş. Temel ölmüş. Çocukları, komşuları, çok dalgalı bir denizde, büyük uğraşlar vererek Temel'i gömmüşler. Kıyıya çıktıklarında yaşlı amcaları sormuş, "Uşaklar, Temel'i tenize gomdunuz mu?"

Büyük oğlu şu yanıtı vermiş: "Gommesine gomdük de, çok 'telefat' verduk."

Sen, ömür boyu tüm toplumsal olumsuzlukların "en az kayıpla" atlatılmasına uğraş verdin.

Seninle aynı anları paylaşmak çok güzeldi; güle güle demiyorum, çünkü senin görüşlerini alkışlamayı hep sürdüreceğiz.

Cumhuriyet, 26 Mayıs 1997
Ankara Pazarı