Mustafa Ekmekçi'yi yakından, tanıyan iki insan; arkadaşı Oralp Basım ve yazar-eğitimci, yine Ekmekçi'nin arkadaşlarından Mehmet Başaran... Mekan, İzmit'te, Oralp Basım'ın ünlü domuz çiftliği. Ekmekçi'nin defalarca oturduğu balkondayız ve bu kez, aramızda O yok... O'nun anısını birlikte yaşatıyoruz.
"Sayın Başaran, sizin Ekmekçi ile tanışıklığınızın epey eski olduğunu biliyoruz. Ne zamanlardan bu yana?"
MEHMET BAŞARAN: Ekmekçi ile sanki doğduğumdan beri tanışıyormuş gibiyim. Ankara, benim için Ekmekçi demekti. Ve her sıkıntılı zamanımda gece, gündüz yanı başımdaydı. 12 Eylül döneminde gıyabi tutukluluğum sırasında eve gelemiyor, başka evlerde kalıyordum. Oralarda bile bulup sakinleştirmeye çalışıyordu beni. Öylesine değişik, özverili, dost canlısı bir insandı ki, başkalarının derdini, sıkıntılarını onlardan daha çok kendisi, duyumsar, çekerdi.
Beni yurtdışına gönderemedi diye, ölüyordu kahrından. 28 Nisan'da Ankara'da Köy Enstitüleri Vakfı toplantısı vardı. İçine doğmuş olacak, "gel de bir daha görüşelim" diye çağırdı. Benim gidecek durumum yoktu. "Bari gönder de pasaportunu yenileyeyim" dedi. Ertesi gün hastaneye yattı. Pasaport da masasında duruyormuş...
Yani Ekmekçi, ayrı bir kurum gibiydi ve bütün kurumlardan daha iyi işliyordu. Evi bir santrala benziyordu, sesini her yana ulaştırırdı. Kendisi ile ilgili tüm belgeleri günün birinde değerlendirilmek üzere topladığını söylerdi. "Gün gelecek, onları değerlendireceğim", derdi, ama değerlendiremedi... Yakınlığımız kardeşten ileriydi...
"Ya siz Oralp Basım. Sizin Ekmekçi ile dostluğunuzun başlangıcını öğrenebilir miyiz?"
ORALP BASIM: 1980'de Aziz Nesin tanıştırmıştı Ankara'da. Daha sonra beraberce Aydınlar Dilekçesi'nde bulunduk. Ankara'ya gittiğimizde, Tahsin Saraç'ın evinde hep beraber olurduk Aziz Nesin ve Ekmekçi ile... Okuyucusunun en kolay bulabildiği ve içini açabildiği gazeteciydi. Çok iyi bir hafızası vardı. Ankara'dakileri çok iyi tanırdı. Aziz Nesin de öyleydi ya... Kendine mahsus özel bir yazı tarzı vardı. Bazılarına sanki bir dedikodu gibi gelirdi, ama satır aralarında birdenbire bir balyoz gibi inerdi.
Çoğu gazetecinin yazmaya cesaret edemediği konuları çekinmeden yazmıştı. Örneğin bunlardan birisi domuz konusuydu. 85'te o korkunç gerici saldırıda beni tek ve hiç durmadan savunan tek yazardı. Tüm gerici basın büyük bir saldırıya geçmesine rağmen, hiç kimseden ses çıkmamıştı, bir Ekmekçi hariç... Ve yıllarca o çizgide devam etti. Türk basınının dev isimleri, bu konuda tek bir şey yazamadılar.
"Sizin epey ortak anınız olduğunu biliyorum..."
ORALP BASIM: Bir gün hacla ilgili bir iki skandal duydum, "yazabilir misin" diye telefon ettim... Yine Türk basınında bir ilki Ekmekçi başlattı ve bunları yazdı. Daha sonraki hacda hosteslerden duyduğumuza göre kafile başları, dönen hacıları, buradaki kötü şeylerden bahsederseniz, günaha girersiniz diye uyarmışlar. Temiz bir sosyalist ve ateistti.
"Savaşımcı bir yazardı. İnançlarından hiç taviz vermedi. Değil mi?"
MEHMET BAŞARAN: Çağdaş Gazeteciler Derneği başkanlığını yürütürken özellikle demokrasi savaşımını da en iyi biçimde sürdürüyordu. Hemen her yıl Kırklareli Sabahattin Ali Günleri'ne katılır, ora ile daha geniş kitlelerin ilgilenmesini isterdi. Server Tanilli'den oraya ileti getirirdi. Geçen yıl uzun bir konuşma yaptı Kırklarelililere. Gerçekten etkili bir konuşmacıydı. Orada özellikle bizim parti başkanlarının demirbaş başkan olmalarından yakındı. Ve Çağdaş Gazeteciler Derneği başkanlığını yürütebilecekken özellikle ayrıldığını ve tüm başkanların da böyle yapmaları gerektiğini vurguladı.
"Sizin bu konuda bir anınız var mı?"
ORALP BASIM: Bir gün bizi Adapazarı'ndaki bir konferansına davet etmişti. Son derece umutsuz bir ortam vardı ondan önceki konuşmacılarda. Özal devriydi. Ekonomi bozuktu, insanlar umutsuzdu. Konuşmacılar da bu yönde gidiyordu. Konuşmacıların çoğu asık suratlıydı.
Biraz sonra Ekmekçi'nin konuşma sırası geldi. Ben de yanımdaki arkadaşıma, "Bak, şimdi salonun havası nasıl değişecek" dedim. Gerçekten de beş dakika sonra Ekmekçi, bütün salonu güldürmeye başlamıştı. O, umut saçan bir gazeteciydi. Ve çok iyi bir hatipti.
"Adına bir de ödül kondu sanırım."
MEHMET BAŞARAN: Kırklareli onu çok severdi. Bu yıl, Kırklareli Köy Koop Başkanlığı, geçen yıl banda alınan konuşmasını izleyicilere izletti ve "Ekmekçi aramızda" diyerek, O'nu yaşattı.
Köy Koop, O'nun anısına bir Mustafa Ekmekçi Ödülü koydu ve bu yıl ilki, Sabahattin Ali'nin kızına verildi.
"Kitaplar ve okuyucularla yakın ilişki. Bu sözcükler Ekmekçi'yi tanımlıyor değil mi?"
ORALP BASIM: Ekmekçi'nin evinde eşyadan çok kitap vardı. Her taraf kütüphaneydi. Tuvalete kadar her yer kitap doluydu. 12 Eylül döneminde, evinde yasak kitap var, diye bir sürü insan tutuklanmıştı. Birçok insan tanıyordum, kitaplarını yakıp toprağa gömüyorlardı.
Aziz Nesin de kızmış, "Ben olsam" demişti, "Evinde kitap olmayanı tutuklarım." Evinde o kadar çok kitap olduğuna göre, bu durumda Ekmekçi tutuklanamaz, Aziz Nesin'in hışmından sıyrılırdı!
Okuyucularının çok sevdiği bir yazardı ve onlardan korkunç bilgi gelirdi kendisine.
Bir tanesini hatırlıyorum:
Körfez Savaşı sırasında(?), 1992'de (12 Eylül sonrası olacak) Deniz Baykal bir bankadan kuyruğa girip 500 milyon çekerken, kuyrukta, arkasındaki Ekmekçi'nin okuyucusu bir öğretmenmiş ve hemen Ekmekçi'ye, Baykal'ın 500 milyon lirasını bankadan çektiğini bildirmiş ve Ekmekçi de bunu yazmıştı. Ekmekçi, "Bunu yazdığımız için epey küfür gelmişti bana" demişti.
"Köy Enstitülü gibi çalışır, Enstitüleri her fırsatta anlatırdı... Ama Köy Enstitülü değildi..."
MEHMET BAŞARAN: Hemen herkes Ekmekçi'yi Köy Enstitüsü çıkışlı sanırdı. O da bundan hoşnuttu. Gerçekten de daha sonra "Laik eğitimden, bilimden yana olan, toplumu için her bir özveriyi göze alan insanın, ille de enstitüde okuması gerekmez, enstitülü sayılır" demeye başlamıştı.
Her zaman öğretmenlerin yanındaydı. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın toplantılarını izler, 17 Nisan'ın nerelerde, ne şekilde kutlandığını öğrenir, kimin nerelerde neler söylediğini köşesinde aktarmaya çalışırdı.
Foça'daki Ferit Oğuz Ödülü ve daha sonraki Nisan toplantılarını da hiç kaçırmamıştı. Son kitabı Öksüz Yamalığı Köy Enstitüleri adlı kitabı çıktığında büyük bir mutluluk duymuş, telefonla kitabın basıldığını bir müjde gibi duyurmuştu ve en sevdiği kitabıydı.
O'na "hangi enstitüdensin" diye soruyorlardı. Kendisi biraz esmerdi ya, O da Hasanoğlan'a benzeterek, "Ben karaoğlan enstitüsündenim" derdi. Ve gerçekten de bir köy entitüsü gibi çalışırdı.
Üretici eğitim anlayışını, görüşünü sürekli gündemde tutmak için her fırsattan yararlanırdı. Yani Fazıl Hüsnü'nün O'nun arkasından yazdığı ağıtta vurguladığı gibi, O bir ekmek adamdı ve tüm okurlarını sevgisi, dostluğu, özverisiyle doyururdu.
"Son sözler sizin Oralp Basım..."
ORALP BASIM : Cumhuriyet gazetesi başkalarının eline geçtiği zaman birçok yazar diğer gazetelere gitti. Ekmekçi hiçbir gazeteye "teklif aldığı halde" gitmedi. Ayrıca birçok yönetim kurulu teklifleri almasına rağmen, hiçbirini kabul etmedi. En sonunda yeniden gazetesine, istediği yönetimle beraber geri döndü.
Solun yolsuzluklarına inanmak istemiyordu, ama son yıllarda da bu memleketin sağcısının da solcusunun da aynı çamurdan olduğunu üzülerek gördü. Küçük bir köyden çıkıp da kendisini böyle yetiştiren bir insan, herhalde çok azdır. Bir kelimedeki kuşkusunu gidermek için yedi ayrı yere telefon ettiğini, kendi kulağımla duydum.
Türkçe'ye vurgundu. Özellikle anadil bilincinin yaygınlaşması için köşesinde ayrı bir savaşım veriyordu, Nurullah Ataç'ı anımsatan bir dil çabası içindeydi.
Mustafa Ekmekçi, bir maratoncuydu. Ve maraton da sporun en asil dalıdır. Arkasında binlerce yazı ve onbinlerce kendini çok seven okuyucusunu bıraktı. Okuyucularından, cenazesine Avustralya'dan, Almanya'dan gelenler oldu.
Dünya/Kitap, Temmuz 1997