Güle Güle Ekmekçi

Attila Aşut

9 Mayıs'ta bu köşede çıkan yazımda, "Haydi Ekmekçi, kalk ayağa! Şimdi ölmenin sırası değil!" diye seslenmiştim ona...

Ama, o beni duymadı bile!

Çünkü, yoğun bakımda, ölüm döşeğindeydi.

Topu topu, iki hafta daha direnebildi ölüme...

Sonra derin ve sonsuz bir uykuya daldı...

* * *

Ekmekçi, yarım yüzyıllık bir gazeteciydi...

Ama, her zaman, işe yeni başlamış bir muhabir gibi koşturmayı severdi!

Meslek coşkusunu son nefesine değin hiç yitirmedi.

Bu yüzden de, ilerlemiş yaşına karşın, dur durak demeden haber peşinde koştu durdu...

Konya'da yerel bir gazetede "muhabir" olarak başladığı meslek yaşamını, Cumhuriyet' te ünlü bir "köşe yazarı" olarak noktaladı.

Ama o hep "muhabir" olmakla övünürdü.

Her zaman, "elli yıllık muhabir" Emin Karakuş'u örnek gösterir, "Gazetecilikte en yüksek mertebe muhabirliktir" derdi...

Çünkü, gazeteciliğin her şeyden önce "habercilik" olduğuna inanırdı... Nitekim, onun köşe yazılarında bile muhabirliğin belirgin izleri görülür. "Haber"  öğesinin ağır bastığı yeni bir türdür "Ankara Notları"...

* * *

O, gerçek bir halk yazarıydı.

Çalıştığı gazetelerin "Güzin Abla"sı, "Marko Paşa"sıydı!

Cumhuriyet' teki odası, gazeteye geldiği günler, sevenleriyle dolardı.

Okurlarıyla bir "aile" gibiydi Ekmekçi...

Herkes derdini ona anlatır, çözümü ondan beklerdi.

Çünkü, sıradan insanların, sade yurttaşların, emekçilerin, çulsuzların, kasketlilerin, arkasızların sözcüsüydü o...

İşkence gören, acı çeken, kovulan, sürülen, haksızlığa uğrayan insanların sesi; gurbetçilerin, siyasal göçmenlerin, yurttaşlıktan çıkarılanların gönüllü avukatıydı...

Ekmekçi, "kara gün dostu" ydu...

Zor günlerimizde, onu hep yanı başımızda bulduk.

Üstelik, biricik haber kaynağımızdı.

Hangi devrimci gözaltında, hangi demokrat cezaevinde, hangi yurtsever sürgünde, hangi arkadaş sayrılarevinde; hepsini onun "Ankara Notları" ndan öğrendik... Prof. Sadun Aren, 12 Eylül'den sonra bir süre birlikte kaldığımız Mamak Askeri Cezaevi'ndeki koğuşumuzda, Ekmekçi için şöyle demişti:

Onun yazıları, bir çeşit toplumsal mektuplaşmadır.

Ekmekçi'nin son kitabı "Eylül Yazıları", o günlerin "Ankara Notları" ndan bir seçmedir.

Hepimizin adı geçer, kırık dökük öyküleri anlatılır o yazılarda...

Ekmekçi, cezaevinden kendisine yazdığım mektuplara çok önem verirdi.

Her karşılaşmamızda, "Ne güzel mektuplar yazdın bana!" derdi.

O mektuplar yüzünden başıma az iş gelmemişti!

Bir keresinde, cezaevi yöneticileri, "Dışarıya haber sızdırıyorsun!" diyerek, üç gün boyunca, sabah ve akşam sayımlarında askerlere coplatmışlardı beni.

Ekmekçi'yle son olarak, 22-23 Mart günleri Ankara'da toplanan "Köktendinciliğe Karşı Uluslararası Aydınlanma Konferansı" nda bir araya gelmiştik.

İçime doğmuş gibi, "Yahu Ekmekçi, ver şu cezaevi mektuplarını da yayımlayayım" demiştim.

Karşılığı ilginçti:

Eski mektupları çuvallara doldurup bodruma kaldırdım. Şimdi bu mektup yığınları arasında seninkileri bulmam çok güç!

Umarım, ailesi bu çuvalları elden geçirirken, bizim "Mamak mektupları"  da yeniden gün ışığına çıkar...

Ekmekçi'yle birlikte, "Cumhuriyete kanat gerenler" kuşağının inançlı ve yürekli bir savaşçısını daha yitirdik...

O, insanlık değerleriyle gazetecilik etiğini kişiliğinde birleştirebilmiş az sayıdaki meslektaşlarımızdan biriydi.

Ekmekçi'nin yokluğuna alışmak kolay olmayacak...

Ailesinin, sevenlerinin, Cumhuriyet gazetesinin ve Türkiye basınının başı sağ olsun.

Onu bugün alkışlarla son yolculuğuna uğurluyoruz...

Bizim gözümüz yaşlı, gönlümüz kırık...

Bari sen "güle güle" git, sevgili Ekmekçi...

SiyahBeyaz, 23 Mayıs 1997
Üçüncü Göz