Ekmekçi'nin Sıcak Dostluğu Anısına

Ertan Ünver (Torbalı Eski Belediye Başkanı)

Sevgili Ekmekçi'yle 1977 yılının 29 Mayıs Pazar günü Aydın'da tanıştık. "6 Haziran-Ecevit Başbakan"  seçimlerinden bir hafta önceki Pazar günüydü. CHP Aydın mitingini izlemeye gelmişti Ege'ye... Biz de mitingi Torbalı Halkoyu  ve Demokrat İzmir gazeteleri için izliyorduk. Alandaki topluluğun sayısını kestirmek için yanımızda bulunan İzmir Milletvekili Süleyman Genç'e görüşünü sordu. Onun söylediği sayıya bir yerinden takılmış olacak ki, bana döndü ve sordu: Sen ne dersin? Verdiğim yanıtı 1997 Nisan'ındaki son görüşmemize dek sürekli olarak anımsattı bana. Ve o ünlü deyişteki anlam yüklülüğünü buna bağladı. "Ben zarımı sana attım diyorsam bundandır; o zamandan bu yana çizginin değişmemesindendir" dedi durdu. Turan Güneş'le söyleşilerimizi ve O'nun nitelemelerindeki "dallamalığımı"  anlattıkça da sürekli şunu vurguladı: Belki dünyada da öyledir; ancak Türkiye'de kesinlikle öyle olduğunu biliyorum ki, "sıra insanları", hiçbir düşünce yenilemesi ve tasarı geliştirmesi yapamazlar!

Aslında bizi nesnel, nesnel olduğu ölçüde somut bir birlikteliğe "tutsak eden"  bu altyapısal uyuşumdu. 20 yıl bu altyapısal temel üzerinde yapılandı... Saatler süren tartışma ve karşıllıklarımızın verimliliği, hep bu eleştirel akıl dostluğunun, üzerinde yapılandığı sağlam temelin ürünleriydi. O yüzden Mart 1993'te Ahmet İsvan ve Müjdat Gezen'le yaptığımız, "Amerika gezisi" tartışmasına bir dakikalığına bile katılmadı. Sonrasında o dostlarımla da aynı "komplesksiz" düzeyi tutturmanın mutluluğunu yaşadım.

1977'den sonra görüşmelerimiz, yoğunlaşarak sürdü. O sıralar Cumhuriyet'e özellikle Küçük Menderes yöresiyle ilgili haberlerde katkılarda bulunuyordum... 1980'lerin ikinci yarısında Dikili Şenlikleri'nde sık sık karşılaşır olduk... Nedim Tarhan ve Akın Birdal'la birlikte gerçekleştireceğimiz söyleşi sırasındaki ivecenlenmesini hiç unutamam. İlk kez izleyeceği böylesi bir etkinlikle beni "bir gurk tavuk gibi"  kanatları altına almaya çalıştığını dün gibi anımsarım.. Tarhan'ın gelememesine üzülmesini de... Akın'la bitirdiğimiz bir buçuk saatin ardından, "Sende de ne çene varmış be!" deyişini de...

Bu dönemin önemli bir aşamasını da 1987 Eylül'ünde yaşadık. Genel seçimlerde SHP'den aday adaylığım söz konusuydu. Görüşüldü; girilmeliydi, girildi... Ancak sonrası yoktu. Erdal İnönü'yle tanışılıyordu ve hepsi oydu... Ne bir kulis(!), ne bir "sosyal ilişki", hele ne bir "kafakol ilişkisi" vardı... Erdal Bey'in "özel kalemi"  Hadiye Nugay bile şaşıp kalmıştı o duruma... Neyse... İzmir 3. Bölge'den seçilecek bir sırada listeye girildi. 19 gün sonra Anayasa Mahkemesi seçim yasasını 5'e karşı 6 oyla iptal etti. Adaylık gitti. Artık "siyaset tüccarlığı" başlamıştı. Orada bizim "esamimiz okunmazdı..."  Okunmadı da... Tüccarlar yine başarmıştı, kazanmıştı.

Bir yıl sonra 1988 Ekim 20'de Ekmekçi'yle yaptığımız yeni düzenlemeyi bitirerek Erdal İnönü'den izin istemek üzere Ankara'daydım. Uzunca görüştük, dosyamı verdim ve ayrıldım. Artık "bir yeni boyuta doğru"  açılacaktık Ekmekçi'yle... Ekim 21 Cuma günü Kavaklıdere Eylül Restoran'da Demokratik Almanya Büyükelçisi Harry Shlnnalder'le birlikte kırmızı şarap içmek üzere sözleştik. Güzel bir öğleden sonraydı. Akşama doğru Kızılay'a indik... Muzaffer İlhan Erdost'la o gün tanıştık.

Artık gazete yazılarına, röportajlara, haber yorumlara; dahası şiirlere, öykülere dönülecekti. Bir süre böyle geliştirilecekti durum.. Siyasetin 30 yıllık "fiili yapısına"  bir süre ara verilecekti... Belki de sürekli olacaktı bu. Bunların tümü ayrıntılarıyla görüşülerek uzun erimli bir tasarı  yapıldı. Sevgili Ekmekçi biraz buruk olmakla birlikte, ne yapılacağını tasarlamanın erincini duyuyordu, benim adıma da.

İkimiz de hafiflemiştik... Torbalı'ya dönmemden 10 gün sonra yerel genel seçimlerin 26 Mart 1988'de yapılacağı yasallaştı. Doğrusu 1988 Kasım'ında biz işimize bakıyorduk. Yine Cumhuriyet  Ege bürosuna haber katkılarına başlamıştım. Üstelik Hikmet Çetinkaya artık haberlerimi adımla kullanıyordu.

Yıl sonuna doğru Torbalı kamuoyunda bir kıpırtı sezdim... 3-4 ay sonraki yerel seçimlerde adaylığım söyleniyordu. Ben 30 yıldır ne İl Genel Meclisi'ne, ne Belediye Meclisi'ne ve ne de Belediye Başkanlığı'na aday olmuştum... Siyasetin bu çizgisinde hiç adı geçmeyen bir solcuydum. Görevlerim tümüyle partide ve kooperatiflerdeydi bunca yıl. Ayrıca basında ve türlü araştırma çalışmalarında. Bu kez hiç düşünmediğim, -ancak Torbalı solu için sürekli geliştirdiğim ve ne yazıktır ki pek kullanılmayan bir tasarısı bulunan- Belediye Başkanlığı için gerçekten de yoğun bir baskıya dönüşmüştü o kıpırtı 1989 başında... Ne yapmalıydık? Sık sık görüşmeye başladık o konuyu Ekmekçi'yle... Daha birkaç ay önce o alanın dışına çıkmayı kararlaştırmıştık... Önümüzdeki uzun bir süreyi buna göre tasarlamıştık... Konu ikimiz arasındaydı; bir de Erdal İnönü'ye söylenmişti tarafımdan... Şimdi ne olacaktı; ne yapmalıydık? Kestirdi attı Ekmekçi... Bu durumda, çok daha eylemli ve doğrudan etkinliği olan Belediye Başkanlığı yeğlenmeliydi... Tasarı ve uygulama izlencesi olduğuna göre bundan kaçınılması düşünülemezdi bile. Yalnız Erdal Bey'e durumu anlatmak kalıyordu, onu da ikimiz yapardık... (1989 Mart başında Erdal İnönü bir akşam yemeği için Torbalı'ya gelişinde, o zaman kesinleşen adaylığım için "Hani bir süre için ayrılıyordun. Bak işte kaçamadın" diyerek, durumu anlatmamı kolaylaştırmıştı... Torbalı sosyal demokratlarının verdiği yanıtı da yanıtıma ekleyince işim gerçekten kolaylaşmıştı. Gecenin geç aatlerinde, durumu Ekmekçi'ye anlatınca, "Ohh, ben de o tek yükten kurtuldum, bilirsin Erdal Bey bayağı iğneli takılır adama, böyle durumlarda" diyerek çokça sevinmişti, olası bir "vartayı atlatmasına"...)

Seçimin bir gün sonrasında, Dikili Şenlikleri'nde sık sık üzerinde durduğumuz; bir örneğinin kesinlikle yaşatılmasını düşündüğümüz, "insana bir şeyi gülmece yöntemiyle anlatma" tasarımızı gündeme getirmiştik bile. Tasarı genel boyutlarıyla Torbalı kamuoyunda tartışılacak ve geliştirilecekti. Çok önemli, inandırıcı ve nesnel karşı çıkışlar olmazsa yasal süreci tamamlanıp, uygulama alanına konacaktı.

Öyle de oldu. Adı bile değişmeden, Torbalı Güz Etkinlikleri olarak -benim koyduğum özel adla, "Torbalı Mustafa Ekmekçi Güz Etkinlikleri" - Basın ve Gülmece ana başlığıyla 1989 Eylül'ünde birincisi Türkiye kamuoyuna sunuldu... Bugün bile o sıfırdan başlayan atılımı 3 ay içinde kotarmanın ne denli çılgınlık olduğunu ve böylesi bir girişimin ancak Ekmekçi'yle olabileceğini düşünürüm... (1992 baharında Metropolis kazı alanını gezerken, Antiktiyatro'nun tepesinden bakıp, "bunlar akıllı adam işi değil"  diyerek bunu vurgulamak istemişti, her ikimiz için de...)

Sonrası hep biliniyor; en son kertede Sıvas kıyımından 2 ay sonra gerçekleştirilen ve sonuncusu olan, 1993 Eylül'ünün, "Beşinci Torbalı Güz Etkinlikleri" ne dek... Pek yerlerine konamadığını(!) sürekli vurguladığımız gelişmelerin kahramanı Aziz Nesin'in Torbalı'nın her yerinde ve özellikle Torbalı pazaryerinde elini kolunu sallaya sallaya dolaşmasını; İlhan Selçuk'la birlikte havaalanından İzmir'e giderken yasaklanan sonul panel için çizdiğimiz genel çerçeveyi ve o panelin katılımcıları İlhan Selçuk, Ekmekçi, Feyzi Hepşenkal, Jülide Gülizar ve Aziz Nesin'le, o çizilen çerçeveye bire bir uyuşan uygulamasını, 94'ten sonra sık sık andık durduk. Ve de nice karanlıkların, yasakların akıllıca nasıl kolaylıkla aşılabileceği örneğini vurguladık...

Artık bunları güzün değil kışın anıyorduk, Torbalı'nın o nemli ve ıslak, ancak ılıman ve rüzgarsız ikliminde... Ankara Notları' nın konuklarından Halil Efe yoktu artık... Bir kış sonra, 1996 kışında Ermo da ayrıldı masamızdan... 1997 başında yeniden gelecekti Torbalı'ya... Bir Almanya, bir Bodrum gezisi çıktı... Torbalı Mayıs'a kaldı... 12 Nisan 1997 Cumartesi görüşmemizde tanıştığımız günü sordu... "29 Mayıs 1977" dedim... "Yav bayağı uzun olmuş" dedi ve ekledi. "Seni bıktırmamışımdır sanırım..." Günlerden beri ağzında bir şeyler dolanıyordu.... "Bana, Okur Sağınlar Bakıyor!" başlıklı yazısından sonra, "Ha, Ertan bak! Sağınlarım yaşatacaklarını söylüyorlar; buralara gelip o pis bıyıklarınla ortalığı karıştırma"  deyişinin arasından bir hafta geçti... Hemen ardından "sayrıevi"; sonra Özlem'le görüşmem... Ve sonrasında...

Benim bunları yazdığım 1997 Aralık'ında "yeni yaşına" daha 5 ay var. İlk yaş gününde, 1998 Mayıs'ının 21'inde bir kadeh rakı, biraz İzmir kirazı, biraz da, bu kokuşmuş dünyanın bir yerlerine sinip kalmış çıkarsız dostluğuyla ve de özellikle Torbalılı sevdikleriyle anılacaktır, "sessiz sedasız". Ve her Mayıs'ın 21'inde, anıldığı yılın tüm öbür günlerinden biraz ayrıcalıkla; ne de olsa o gün O'nun yaşgünü artık... Bilir bunların, "sessiz sedasız" olması gerektiğini... Hep öyle olmuştur, bugüne dek... Yalnızca Müjdat Gezen'le O'nu-gizlice-güldürme yarışına girdiğimiz sıralar, -ortalığı çınlatan kahkahalarının duyulduğu zamanlar-dışında... Evet, yalnızca öylesi zamanlar dışında, kahkahalarının ötesinde, "sessiz sedasız" olmuştu, olmasını bilmişti hep sevgili Mustafa Ekmekçi...

Ben yaşamım boyunca, gülmeyi, kahkahayı, bu denli "yaşam bağıntılı soluyan, duyumsayan" başka bir insan tanımadım; tanıyacağımı da sanmıyorum pek... Böylesine yaşam dolu olmasına karşın, böylesine "sessiz sedasız", bir bilge insan. Belki en büyük suçlarından biri de buydu, Koca Ekmekçi'nin...

"Yaş otuz beş, yolun yarısıysa"; sanırım "yaş yetmiş, yolun tamamıdır", Cahit Sıtkı'ca... "Buna bile uydu" diyesim geliyor. Bakalım bizler, O'nun yeni yaşlarında nelere uyacağız? Zamana mı, O'na mı? Gerçi gereksiniminin olacağını sanmıyorum; ancak O yine bizi düşünür, o hep içi titreyerek sarıldığı insanlığı adına; hep bir şeyler almadan vermesini bilecek bilgeliklerine uyan biçemde... Soyuna, insana "halel gelsin istemez de..."  Hem de "domuzuna" istemez de o yüzden.