Ekmekçi ve Ben

Sami Selçuk (Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı)

Yıl 1956. Yapış yapış bir sıcak var. Gölge yok. Ankara caddelerinde bana iş arıyoruz. Ekmekçi İş ve İşçi Bulma Kurumu'nda çalışıyor. Ben Hukuk Fakültesi'nin ikinci sınıfına geçmişim. Ekmekçi de aynı fakülteye yazılı. Ama sınavlara girmemiş.

"Hadi gel birer ayran içelim"  diyor.

Ayranları içiyoruz. Yeniden yollara düşüyoruz aynı ilçenin iki çocuğu. Ama boşuna. Akşam herkes kendi evine dönüyor.

Fakültede okurken Ekmekçi Vatan'da çalışıyor. Zaman zaman onunla görüşüyoruz. Ancak onun işi o denli çok ki bu görüşmeler uzun sürmüyor.

Ben Fakülteyi bitiriyorum.

27 Mayıs 1960 hükümet darbesi. Askerdeyim.

Kızılay'da onunla karşılaşıyorum. Üzerimde tüfek ve eğitim giysisi var. Görevliyim.

"Bunlar seçimle iktidardan düşmeliydiler, bu iyi olmadı"  diyor.

Darbenin ikinci günü olanları birlikte değerlendiriyoruz. Basında çıkan abartılı haberlerin doğruluğundan kuşkulanıyoruz ve bunları çekinceyle değerlendirmek gerektiğine değiniyoruz. Bu tür dolduruşa getirmeler yüzünden 1789 Fransız Devrimi sırasında pek çok suçsuz insanın öldürüldüğüne değiniyorum.

"Dün akşam koğuşta bu düşüncem büyük tepkiyle karşılaştı" diyorum.

"Demek toplum bunlardan çok tiksinmiş"  diyor.

Daha sonraki yıllar ben taşraya atanıyorum. Basından yazılarını izliyorum.

1972'de Ankara'ya atanıyorum. Yeniden görüşüyoruz.

"Aman yazılarına dikkat et, başına bir şey gelirse ağabeyime başvur"   diye sıkı sıkı uyarıyor. O yıllarda ağabeysi rahmetli Halit Ziya Ekmekçioğlu Yargıtay'da üyeydi.

Artık  daha  sık  görüşebiliyoruz.  Ekmekçi  ozan,  yazar  ve  ressam dostu. Cumhuriyet' teki odası yazar, çizer, ozan ve ressam dostlarıyla dolar taşardı. Özellikle resim galerilerini sık sık dolaşır, bunu da dostlarıyla birlikte yapmaktan büyük keyif alırdı.

Ona kimileyin kendi ilçesini ve ailesini anlattığı için takılır ve onları tarihe mal etmek bahanesiyle yazdığını söylerdim. Kahkahayla güler ve uzun yaşarsa benim ilçeme de sıra geleceğini söylerdi. Ancak sıra bir türlü gelmiyordu. Ne ki ben onun en çok ilçesini, annesini, babasını anlatan yazılarından hoşlanırdım. Özellikle ağabeysi rahmetli H. Ziya Bey'i  yitirdikten sonra yazdığı "Çocukluğumu Yitirdim" başlıklı yazısı gerçekten olağanüstüydü.

Ekmekçi her şeyden önce bir Ataç ve dil vurgunuydu. Özleşme akımına yürekten bağlı bir Atatürkçüydü Ekmekçi. 1950'li yıllarda Ataç'ın bütün yapıtlarını ve o sıralar Ulus gazetesinde çıkan çarşamba yazılarını mutlaka okurdu. Dilden, daha doğrusu arı duru Türkçe'den asla vazgeçmezdi. Bütün yaşamı boyunca bu çizgiden hiç sapmamıştır.

Aziz Nesin onun en sevgili dostlarındandı. Onun ödün vermeyen aydın tutumlarını ve sağlam kişiliğini hayranlıkla izlerdi. Aziz Nesin'in en yakın dostlarından biri kuşkusuz rahmetli Tahsin Saraç'tı. Aziz Nesin Ankara'ya geldiğinde doğruca Tahsin'in evine iner, orada kalırdı. Tahsin'le yakın komşu olduğumuzdan ona sık sık gider, Aziz Nesin'le söyleşmek olanağını bulurdum. Tahsin öldüğünde Aziz Nesin çok üzülmüş ve çok ağlamıştı. Ekmekçi buna tanık olmuş ve bana uzun uzun anlatmıştı.

Hayran olduğu ozanlardan biri de Nazım Hikmet'ti. Nazım'a sövenleri, onu cezalandıranları hiç bağışlamıyordu. Bir mahkeme başkanının 1990'larda ona "vatan haini" demesine çok üzülmüş ve içerlemişti. Ona göre Nazım bir vatan haini şöyle dursun, yurduna vurgun bir yurtseverdi. Öyle ya Atatürk'e "Kör değilim, senin yaptığın her ileri dev hamlesini anlayabilen bir kafam, yurdunu seven bir yüreğim var. (...) mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim." diye mektuplar yazan, "Tuna Nehri olsam aksam memleketime/Kadıköy iskelesine vursam başımı", "Bir vapur geçer Varna önünden/Uyyy Karadenizin gümüş telleri/Bir vapur geçer Boğaz'a doğru/Nazım usulcacık okşar vapuru/Yanar elleri" diye yurt özlemiyle yanıp tutuşan, Pablo Neruda'nın diliyle "Ve bir orman gibi türkü söyleyen/yiğit insan/dost Nazım" nasıl olur da yurduna hayınlık edebilirdi? Sağduyulu birinin bunu benimsemesi olanaklı mıydı?

Aziz Nesin ise, Ekmekçi'nin gözünde görünüşte aykırı biri, aslında gerçeklerin adamıydı. Aziz Nesin kimsenin göremeyeceği çarpıklıkları zekasıyla bir çırpıda görüyor ve bu yüzden de durmadan üretiyordu. Ekmekçi de bir bakıma Aziz Nesin'e çok benzer. Onun "domuz" teması bir rastlantı değildir. Toplumun değer yargılarını sarsmak için üzerinde direndiği, toplumu düşünmeye kışkırttığı bir araçtır, bu sevimli hayvancıklar. Bunda ben önyargılara indirilen bir Aziz Nesin travması görmekteyim.

Ekmekçi'nin bir özelliği daha vardı. Karşı görüşte olanlara, ötekilere saygı. Rahmetli Uğur Mumcu'yu çok severdi. Sağ sol çekişmesinin sıcak savaşlara döndüğü 1970'li yıllarda bir gün şöyle demişti:

"Biliyor musun bu Uğur çok tatlı çocuk! T... ile kolkola geziyor ve 'Çoğulcu demokrasi bu kardeşim, ne yapalım yani'" diyor. Ardından da bir Ekmekçi kahkahası.

Mumcu, bilindiği gibi, Türk Ceza Yasası'nın ünlü 141, 142. maddeleriyle birlikte 163. maddesinin kaldırılmasını da savunuyordu. Ancak bir şeriat devletinin kurulmasına ve din sömürüsüne karşı da bütün gücüyle savaşan yılmaz bir Atatürkçü'ydü o.

Ekmekçi Ayvalık Sarımsaklı plajlarına sık sık gelirdi. İdareciler Eğitim ve Dinlenme Kuruluşları'nda kalırdı. Kumda gözlemlerini yapar ve daha sonra bunları "Gezi Notları" başlığı altında Cumhuriyet' e yollardı. Valiler, parlamenterler yazılarının konukları olurlardı. Kumda dinlenirken yazı yazmak. Ben bunu şaka konusu yapar, takılırdım. Ama kendine özgü biçemiyle gerçekten çok sıcak yazılar yazmıştır kumsallarda...

Şimdi Ekmekçi yok. Ama Kızılay'da dolaşırken ya da yazlıkta Sarımsaklı plajında dinlenirken karşıma hep çıkıverecekmiş gibi gelir bana...

Soracağım geliyor kimileyin:

"Oralarda ne var ne yok Sevgili Ekmekçi? Korktuğun, Anneee... diye bağırdığın anlar oluyor mu? Ya domuzcuklarınla aran nasıl?"

İnan seni hiç unutmadım.