Mayıs ayında seni sevgili can yoldaşın Aldoğan Hanım'dan, gözbebeği kızların Eylem ve Özlem'in yanından alıp, çok sevdiğin Ahmed Arif'in yanına koyduğumuzdan bu yana seninle ilk defa dertleşebiliyorum. O her sabah işime gitmeden önce, kahvem pişene kadar sana telefon açtığımda "a canım sen misin?" dedikten sonraki şakalarıma, hala kulaklarımda çınlayan o tatlı gülüşlerinle cevap vermelerinden; son konuşmamızın üzerinden ne kadar geçti? Hiç hesaplamadım.
Ankara'da Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin önünde iken, hayatımda ilk defa bir tabutun yanına böylesine yaklaşmıştım. Karanfillerle hem tabutunu süslüyor hem de senin yanına hangi koşullarda geldiğimi fısıldıyordum kulağına. Bilmem beni duyabilmiş miydin? Bielefeld Belediye Meclisi'nin toplantısı vardı. Bizim Almanya Sosyaldemokrat Partisi'nden (SPD) ise 6 üye Almanya dışına çıkmış. Ben de gidersem bizim parti o günkü toplantıda çoğunluğunu koruyamayacaktı. Oysa gündemde çok önemli bir oylama vardı. Ağlamaktan konuşamaz bir halde Türkiye'ye gitmek zorunda olduğumu bildirdiğim grup başkanımız ben telefonun ucunda beklerken diğer telefonla Almanya Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU) grup başkanını aradı. Durumu anlattı. Benim yerime CDU'dan da oylamaya bir kişinin katılmayacağı sözünü aldık. Böylece gece uçağa bindim ve sana geldim.
Tabutunun yanında dururken, "akıllım ben size şaka yaptım benim ölmeğe hiç niyetim yok!" diyerek sanki her an kalkıverecekmişsin gibi geldi bana! Ne kadar oldu; o toprağın içine konulan vücudunun üzerine "bu da sevgili Tanilli'den" deyip karanfil bırakalı? Hele o yanına bırakılan göz bebeğin kitabın... Üzerine beton kapak çekilince; kendimi daha fazla tutamayıp soluğu Mülkiyeliler'de aldığım günün üzerinden kaç gün geçti? Çalışmaya bıraktığın yoldan devam edecek gazetecilerin yetişmesi için seninle her zaman omuz omuza olan, şimdi o dayanışmayı benimle yapan, sevgili eşin Aldoğan Hanım'la birlikte "Ekmekçi Bursu"nu hayata geçirmeye ilk günden söz vermiştik.. Ne çabuk geçiyor zaman...
Cumhuriyet gazetesi, Bielefeld Çağdaş Yaşam Derneği'nin altı genç kıza vereceği "Ekmekçi Bursu"nun başvuru formlarını dağıtmaya başladı bile... Nasıl mutlu olduğunu, gözlerinin sevinçten nasıl ışıldadığını sanki görür gibi oluyorum.
Almanya'ya döndüğümde Dernek adına verdiğim Söz'ü o senin de çok sevdiğin Çağdaş Yaşam Derneği'ndeki kadınlara açtım. "Ne kadar iyi bir düşünce tam da Mustafa Ağabeyimize yakışır" dediler. Hani o senin Fransa gezisi sırasında Almanya'ya ilk gelişlerini banta aldığın, konuşturduğun, ama yazmaya fırsat bulamadığın kadınlar... O seni çok seven, senin hastaneye kaldırıldığın günde, 30 Nisan'da, kutladığımız 1 Mayıs eğlence akşamında göğüslerine Alman Sendikalar Birliği'nin (DGB) hazırladığı kırmızı karanfilleri takıp "ah bizi böyle Mustafa Ağabey bir görseydi" diyen, verdiğim sözü benimle birlikte tutmaya karar veren o işçi, dar gelirli temizlikçi kadınlar...
Dün 28 Nisan 1992 tarihinde Ankara Notları' nda yazdığın "Bayan Kahkaha'nın Serüvenleri" başlıklı yazın elime geçti. Sen sanki karşımda duruyordun. Yazıyı, içinde bahsedilen ben değilmişim gibi okudum. Bayan Kahkaha'yı "satır aralarında" ne kadar övmüşsün meğer. "Türkiye'den aydınları davet eder, onlara toplantı, imza günleri düzenler" diyorsun da 1967 yılından beri yaşadığım Federal Almanya'dan kimin beni Türkiye'de yaşayan bu aydınlara, bu yazarlara tanıttığını açıklamıyorsun. Koca bir sayfada devamlı beni anlatırken "bu kadının ülkesine duyarlı olmasında benim ve Strasbourg'da yaşayan Prof. Server Tanilli'nin emeği büyüktür" demiyorsun. Bu bizim eserimizdir demeyecek kadar alçak gönüllülük gösteriyorsun.
Almanya'dan aç telefonu Halit Çelenk'e, İlhan Selçuk'a "sizi davet etmek istiyorum" de bakalım, öyle kolay gelir mi? Ama örneğin sabahın altısında "Gümrük Birliği'nin Türkiye'ye getirdikleri konusunda kim bize bilgi verir" diye sana sorduğumda, "bak bu Yakup Kepenek'in telefonu, kendisine hemen şimdi telefon aç, daha evinden çıkmamıştır" diyerek, beni yüreklendiren hep sen değil miydin? Vatandaşın işini halledebilmek için senin yardımını istediğimde, bana ev telefon numaralarını verdiğin ve sabah karanlığında senin ısrarınla aradığım, uykularından uyandırdığım Genel Müdürlere ne dersin! Senin adını duyunca hiçbirinin gıkı bile çıkmıyordu!
Hatırlıyor musun buraya geldiğinde mutfakta çay içmelerimizi... İkimizin de ellerinde birer bilgisayar, telefon numaralarını karşılaştırıyor, birbirimizin eksikliklerini tamamlıyorduk. Bir defasında da biz bunlarla uğraşırken unuttuğun, seni Bielefeld istasyonunda bekleyen Dursun Akçam kızıp Hamburg'a dönmüştü.
1989 yılında sağlık kontrolüne gittiğin Amsterdam'dan Düsseldorf'a gelişimizi hatırlıyor musun? Güney Fransa'dan gelen Prof. Pertev Naili Boratav'ı almıştık. Oradan Gelsenkirchen'e geçmiş, bizi bekleyen Prof. Tarık Zafer Tunaya ve değerli eşi Melahat Hanım'ı da alarak beş kişi itiş kakış Bielefeld'i geçip Extertal'deki dağ oteline gelmiştik. Sen Tunayalar'la arkada otururken, ben direksiyonda Tarık Bey'in yaptığı şakalara gülmekten önümü zor görüyordum. Epeyi de korkmuştun hani. "Aman ne olur Tarık Bey fazla güldürmeyin yoksa Nebahat kaza yapacak" diye yalvarıyordun.
Ertesi sabah erkenden seninle beraber yola çıkıp yine Düsseldorf Havaalanı'ndan o hiç yaşlanmayan sevgili İlhan Selçuk'u almıştık. O kadar enerjiyi nereden buldum bilmiyorum, ama inan hiç yorulmamış ve yaptıklarımdan büyük bir zevk almıştım. 2 saatten fazla süren yolculuk boyunca "tamam, şimdi geldik" diyerek İlhan Bey'i nasıl da oyalamıştın. Belki de büyük bir örgütün dahi üstesinden gelemeyeceği bir toplantıyı "Üniversite Özerkliği Sempozyumu'nu" tek başıma yapmamda bana büyük destek olmuştun.
İtalya gezimiz sırasında Pompei'ye gitmiştik, hatırlıyor musun? 60 yaşının üzerindeki Avrupa Topluluğu üyesi ülke vatandaşları ücretsiz giriyordu. Sen "benim Türk vatandaşı olduğumu nereden bilecekler demiştin" de o an aklıma Adnan Binyazar ile yan yana gelip, bana "hangimiz daha siyahız?" diye sorman gelmiş ve katıla katıla gülmüştüm.
1994 yılında yapılan Yerel Yönetim Seçimleri'nde SPD'den aday olduğumda buraya gelmiştin. "Bir defa da sen Avrupalı gazeteciler gibi gözlemci ol, buraya gel!" dediğimde epeyi gülmüştün telefonda. Seçim akşamını hatırlıyorum. CDU'nun kalesi olan seçim bölgemi 10 oy farkı ile kaybetmiştim. Sen ve eşim Rudolf epeyce üzülmüştünüz. Sanki seçimi kaybeden sizdiniz. Gece yarısı gelen telefonla listeden girdiğim bildirildiğinde için rahatlayıp "Nebahat öldü öldü dirildi" diyerek bir yazı yazmıştın Cumhuriyet' teki köşende. Oysa ben öyle listeden falan girmeyi istemiyordum. İki gün sonra eve geldiğimde telefon başına oturmuş sağa sola "Muhtarlık ile Belediye Meclisi Üyesi seçimi sonuçları birbiri ile karıştırılmış. Nebahat seçimi 3 oy farkı ile kazanmış ve direk seçilmiş" diye "haber patlatıyordun" . Beni görünce de, küçücük bir çocuk heyecanı içerisinde; "müjdemi isterim seçimi direk kazanmışsın, şimdi bana domuz derisinden çanta alacaksın!" diye çığlık çığlığa idin.
Önceki yazında açıkladığın seçim sonuçlarını köşende düzeltmediğinden sana kırılmıştım. Seneler önce de Tanilli'nin sana "Nebahat, Ekmekçi Bielefeld'e gelmezse intihar edeceğini söylüyor!" dediğini Ankara Notları' nda yazdığında kırıldığım gibi.
Birlikte yaptığımız son gezi Güney Fransa'ya idi. Sağlığının iyi olmadığı o gezi sırasında öylesine belli oluyordu ki. Yine de ölümü hiç sana yakıştıramamıştım.
Afrikalı işçilerin yoğun olarak yaşadığı parfüm kenti Grasse'de dolaşırken Kurtuluş Heykelinin önündeydik hani; "35 yıldır yaşadığımız Federal Almanya'da çok kültürlülüğün bir zenginlik, bir renklilik olduğunu savunurken, çok kültürlü toplumu yüzyıllarca bağrında barındıran Anavatanımız'da 'bir karış toprak bile vermeyiz' diye o kültür zenginliğinin simgesi İnsan'ın değil de, Toprağın ön plana alınmasını kınıyorum. Ben ülkemin ne Kürdünden ne Ermenisinden ne Lazından ve de diğerlerinden vazgeçmek istiyorum. İnsansız toprak ne işe yarar" dediğimde, nasıl da hayret etmiş "yav biz de yıllardır ülkenin bölünmez bütünlüğü deyip sadece toprağı savunuyoruz, insanı değil" demiştin.
Sanırım Almanya'ya, seni bir ağabey gibi seven Pohlreich Ailesi'ne severek geliyordun. Burada pek çok politik sığınmacı veya politik sebeplerden Türkiye'ye gidemeyen göçmenlerle de tanışmıştın. Sonradan onların Türkiye'ye geri dönmesinde unutulmaz yardımların olmuştu. Onları indikleri havaalanlarından alıp savcılıklara birlikte gitmiş; serbest bırakıldıktan sonra, sanki sen bırakılmışsın gibi mutlu olmuştun.
Ha aklımda iken sorayım. Onları ne Çağdaş Gazeteciler Derneği, ne Cumhuriyet gazetesi önünde, ne de Maltepe Camisi avlusunda göremedim. O hep yanında durduğun aydınlardan hiç seni Cebeci'deki yerinde ziyarete gelen var mı Allah aşkına? Çok merak ediyorum. Aldoğan Hanım'ın senin adına kurmak istediği Vakfa ilgileri ne olacak?
Seni yerli-yersiz rahatsız etmek istemiyorum. Allahaşkına beni bir telefonla ara! Biraz fısıldaşalım, biraz da gülelim.
En çok da senin o çın çın eden kahkahalarını özledim.
O ışıl ışıl yanan, kapkara gözlerinden sevgi ve hasretle öperim.