Mustafa Ekmekçi ile Anılar

Güngör Türkeli (Gazeteci)

Yıl 1963.  "Genç Kemalistler Ordusu" davasından tutuklanıp Mamak Askeri Cezaevi'ne konuldum. Duruşmalar sürerken bizi izleyen Milliyet gazetesinden Özdemir Kalpakçıoğlu ile tanıştım. Sohbet sırasında Anamur'da Fink (Fiğ) yiyen köylüler olduğunu, bunu yiyenlerinde topal olduklarını, iyi bir röportaj olabileceğini anlattım. Kalpakçıoğlu ilgi ile izledi ve bu röportajın mutlaka yapılması gerektiğini bildirdi. Ama biz hapishaneden tahliye edilinceye kadar eyleme geçmedi.

5 Eylül 1963 günü tahliye oldum. Birliğim olan Eskişehir 1. Ana Jet Üssü'ne döndüm. Bana 500 lira para ve bir ay izin verildi. Eşim Antalya'da idi. Antalya'ya gittim ve iki gün sonra paranın yarısını bırakıp diğer yarısını alarak Anamur'a röportajı yapmak üzere gittim. Köylerde sekiz günlük bir çalışmadan sonra röportajı bitirip döndüm. Yayımlatmak üzere Ankara'ya, Milliyet gazetesine gittim. Özdemir Kalpakçıoğlu röportajı gördü, beğendi ve "bende kalsın" dedi. Birkaç gün sonra gittim Kalpakçıoğlu "Bu röportaj sizin adınızda yayımlanamaz. Eğer istiyorsanız benim adımla yayımlatabilirim" dedi. Kuşkulandım ve röportaj ve fotoğrafları geri vermesini istedim.

Milliyet Ankara bürosuna bir daha uğradım. Özdemir Kalpakçıoğlu'nu sordum. Beni tanımadığım birisine gönderdiler. Odada bir ya da iki kişi daha vardı. Orta boylu, ince sesli kara kuru bir adam ilgilendi benimle. Kalpakçıoğlu'nun durumunu anlattım, öfke ile ayağa fırladı ve "Olmaz kardeşim öyle şey. Bu kandırmacadır ve meslek ayıbıdır" türünden bir hayli sözetti ve derhal röportajı geri almamı ve kendisine getirmemi söyledi. Dediğini yapıp, röportajı aldım. "Bak kardeşim, bu tür konulara ilgi gösteren YÖN dergisi var. Doğan Avcıoğlu'na git, benden de selam söyle. Senin bu röportajını mutlaka yayımlar" dedi. Dediği de oldu. Doğan Avcıoğlu ile önceden tanışıyorduk. Üç gün sonra yayımlanan YÖN' de röportaj "Kara Tohum"  başlığı ile ve "Mete Han"  takma adımla yayımlandı.

Bunu sağlayan, Milliyet gazetesinde gördüğüm, yardımcı olan o kara kuru, ince sesli adam Mustafa Ekmekçi idi. Ordudan ayrıldıktan sonra gazeteci olmamı da sağlayan yine Mustafa Ekmekçi oldu.

Dostluğun ötesinde ağabey-kardeş olduk ve sonuna kadar da sürdü bu kardeşliğimiz. Ben Ankara'da onun evinde o Antalya'da benim evimde kalır olduk.

 

RUHİ SU'NUN ÖLDÜĞÜ GÜN

Ruhi Su'yun öldüğü gün. Ankara'da dışarıda arkadaşlarla, sanıyorum Yılmaz Gümüşbaş, Teoman Erel ve bazı arkadaşlarla birlikte yedik içtik. Ben genellikle Yılmazlarda kalırdım. O gün Mustafa Ekmekçi "Hadi bize gidiyoruz" dedi ve gittik. Evinin karşısında kiraladığı bir oda vardır. Bilinir. Konuklarını o odada ağırlar; sonrasında da çalışma odası olarak kullanır.

Geç vakitlere kadar konuk odasında konuştuk, biraz da içtik. Yatışımız doğal olarak 2-3'ü buldu.

Yeni uyumuştum. Ya da öyle sanıyorum. Kapı sert biçimde açıldı ve Mustafa Ekmekçi bağırıyordu. "Kalk Güngör kalk, Ruhi Su'yu kaybettik" dedi. Yataktan fırladım. Ağlaşıyorduk. Bu arada Ekmekçi "Acı ama bizim mesleğin zor yanı da bu, Ruhi Su için bir yazı yazmam gerek"  dedi ve eskiden Ruhi Su için yazdığı yazıları karıştırmaya başladı. Bir ara bana döndü "Güngör senin Ruhi Su ile ilginç anıların vardı, neydi onlar, ilginç birini anlatır mısın?"  dedi. Gerçekten Ruhi Su ile anılarım vardı. Biri çok ilginçti.

1974 yılında Antalya Belediye Başkan Yardımcısı olmuştum. O yıl Antalya Festivali'nin 11'incisi yapılacaktı. Festival sorumluluğunu bana verdiler. Festival Programı önceki Adalet Partisi yönetimince belirlenmişti. Örneğin "Tarla Ozanları" adında sağ tandaslı bir ozanlar grubu gelecekti. Ben buna karşı Ruhi Su'nun gelmesinin doğru olacağını söyledim ve kabul edildi. İstanbul'a gittim. Tanju Cılızoğlu aracılığı ile Ruhi Su'ya ulaştım. Evinde uzun süre tartıştık. Ruhi Su "Antalya sağ eğilimli bir kent. Gelemem"  diyordu. Tartışma üç saat kadar sürdü ve ben "Ruhi Ağabey, benim sorumluluğum burda bitiyor. Antalya değişti. Şimdi bir CHP belediyesi yönetimde. İşte gidiş-geliş uçak biletini bırakıyorum. İstediğiniz zaman gelebilirsiniz. Beş yıldızlı bir otelde de yerinizi ayırtacağım"  dedim. Antalya'ya döndükten sonra telefon etti ve "Güngörcüğüm geliyorum"  dedi ve geldi.

İlk konser Konyaaltı'nda Öğretmenler Plajı'ndaydı. Bin bilet bastırmıştım. Hemen bitti ve Ruhi Su konserine on binin üzerinde insan geldi.

Çevreyi gezdirdim. Örneğin Elmalı Akçay'a gitti Ruhi Ağabey. Semah dinledi. Aspendos'a götürdüm. Görür görmez hayran kaldı. Özellikle akustik ilgisini çekmişti. Hemen önerdim. "Abi burada yapılacak ödül törenine katılır mısın?"  "Katılırım"  dedi.

Programın ortalarında yer ayrıldı Ruhi Su'ya. Sunan Halit Kıvanç'tı. Uyardım. "Ruhi Su program yaparken ödül alacak sanatçılar geldiğinde sakın bölmeyin"  dedim. Kâr etmedi ve Ruhi Su programının ortasına gelmişti ki, bir anons. "Sevgili izleyenler, şu anda ödül kazanan sanatçılarımız geldiler... "  der demez Aspendos'u dolduran 20 bin kişi ayağa fırladı ve "Ruhi Su Ruhi Su... Ruhi Su Memleketim"  diye slogan atmaya başladılar... Halkı sakinleştirmek de yaptığı konuşmalarla Ruhi Su'ya düştü.

İstanbul'a dönünce sormuşlar Ruhi Su'ya; nasıl diye. Yanıt ilginç.

"Bir rüya idi dostlar..."

Bu anımı anlattım ve Mustafa Ekmekçi Ruhi Su'nun ardından yazdığı yazının sonunda bu anımı nakletti.

 

HEP DALGINDI

Cumhuriyet gazetesi Atatürk Bulvarı üzerindeydi Kızılay'da. Cumhuriyet' te çalıştığım ve dostlarım da orda olduğu için Ankara'da ilk uğradığım yer Cumhuriyet bürosu olurdu. Bir gün Yılmaz Gümüşbaş'ın yanında oturuyorum Mustafa Ekmekçi'nin masası da hemen yan tarafında. Bir ara Ekmekçi kalktı ve dalgın dalgın masaların arasında gezinmeye başladı. Biraz sonra da "Yılmaaaz... kalemimi gördün müü?" demeye başladı. Yılmaz hiç ses vermiyor Ekmekçi sürdürüyor. "Yılmaaaz... kalemimi gördün mü?" bir böyle, iki böyle Yılmaz o kalın sesiyle sert biçimde "Kulağının arkasında Ekmekçi... kulağının arkasında" dedi. Mustafa Ekmekçi o her zamanki kibar tavrıyla "Affedersin Yılmazcığım"  deyip yerine oturdu ve çalışmasını sürdürdü...

 

BİR DALGINLIK ÖYKÜSÜ DAHA

Cumhuriyet  gazetesinin eski bürosundayız. Kızılay'da...

Mustafa Ekmekçi ile birlikteyiz. Saat 16.00 dolayları. "Gel seninle şöyle bulvara doğru yürüyelim. Belki birer bira içeriz, ben bugün eve erken gitmek zorundayım" dedi. Tam kalkıyorduk ki Fakir Baykurt geldi. Birlikte biraz daha oturduk. Bana söylediklerini Fakir Baykurt'a da söyledi. Fakir Abi "İyi olur" dedi ve kalktık. Tam kapıdan çıkacağımızda, birlikte tanıdıkları biri geldi. Tanımıyordum. Kapı önünde söyleşmeye başladılar. Ben merdivenlerden inip aşağıdaki çiçekçide beklemeye başladım. Beş-on dakika sonra Mustafa Ekmekçi ve Fakir Baykurt birlikte indiler. O arada beni gören Ekmekçi "Ooo... Güngör, hoş geldin yahu"  deyip boynuma sarıldı. Şaşırdım. "Abi ben yeni gelmedim ki, yukarda beraberdik ya"  derken, o ince ve gevrek sesi ile gülmeye başladı. Fakir Abi ve ben de gülüyorduk Mustafa Abi'nin bu unutkanlığına...

Koluma girdi, yukarıya doğru yürüdük. Bulvardaki biracılardan birine girip birer bira içip ayrıldık.

 

PASAPORT

12 Eylül darbesinin -deyim yerinde mi bilmiyorum- şöyle hafiflediği günlerdi. Mustafa Ekmekçi pek çok yazar ve gazeteciye verilmeyen pasaportlarının alınmasında yardımcı oldu ve Aziz Nesin, Demirtaş Ceyhun gibi yazarlarımız pasaport aldılar geç de olsa. Kendisi de aldı tabii.

Pasaport alamayanlardan biri de bendim ve o dönemde hiç alamadım.

Cumhuriyet' te benim pasaport alamadığım haber olarak yayımlanınca bana "Yahu Güngör yani biz bu yönetimle uyuştuk da sen uyuşmayıp bizden çok daha ağır suç işleyen biri misin? Vallahi alınıyorum bundan"  demişti. Epey gülüşmüştük...