Meslek yıllarım çoğalıyor, yüzyılın yarısına ulaşıyorum neredeyse. Elbet seviniyor, onurlanıyorum ama üzüntülerim de var. Önce yaşadığım dönemden kaynaklanan üzüntüler. Bizi yönetenlerin davranışı, konuşma türü, yaşam biçimi, kürsülerde, ekranlarda yer alan görüntüler, üzüntünün ötesinde vatandaşlık onurunu da zedeliyor kimi zaman. Çünkü çirkinlikler içinde yitip gidiyor insan! Derken bir telefon, bir mektup, bir çağrı; güzel bir olayın haberiyle soluklanıyorum yeniden. Yaşama sevinci yeşeriyor, güçlenerek, yüreklenerek dünyaya gülümsüyorum. Aklar karalar, inişler çıkışlar arasında bir yaşam.
Bir yazarın itici gücü, okurları hiç kuşkusuz. Okur-yazar birlikteliğinin başka güzelliği, özelliği var. Vakit kalırsa, okur mektupları, telefonlarla oluşan güzel ilişkileri yazmak istiyorum bir gün. Bir merhaba, birkaç satır, birkaç sözcük nerelere ulaşıyor, nasıl derinleşiyor! Bursalı piyango biletçisi Adem Gerçek ile güzel bir dostluk yaşıyoruz mektup ve telefonlarla. Kızlarını anlatıyor, gerçekleşmeyen bir düşün kırıklığını, yine de umudunu yitirmediğini. Anneler gününde kutluyor beni, mesleğimde kırk yedi yıla ulaştığımı da bilerek, son sayıları '47' ile biten bir piyango bileti armağan ediyor. piyangoda şansım yok, ama bu armağanın sevinci milyonlarla satın alınamayacak bir olay değil mi? Tutuklu okurlarımızın mektupları da çok düşündürür, uyarır beni. Tarifsiz kederlere gömülürüm kimi zaman. İçerde ve dışarda yaşanan günlerin gerçeğiyle sızlar yüreğim. Özgürlüğünü yitirenlerin direnme gücüne saygı duyarım. Kapalı bir yaşamı da açık ve geniş yaşıyor kimi tutuklular. Cezaevi karanlık, ama yüreklerinde güneş var. İçerdeler, ama dışardakileri izlemekten, sevgiyi, dostluğu belirtmekten geri kalmıyorlar hiç. Bir süredir haberleştiğim bir tutuklu okurumuz neler yazıyor bakın:
Size hemen yazmak istiyordum, olmadı. Olmadı, çünkü mektubunuzun sevinci ve coşkusu içinde size neler yazacağımı kurarken Sayın Mustafa Ekmekçi'nin ölüm haberiyle sarsıldık. Televizyon haberinden öğrendim. Bugün de Cumhuriyet gazetesinde okudum. Yıllardır okuyorum. Sizler bizleri tanımasanız da biz sizlerin yazılarınızla seviniyor, üzülüyor, bilgileniyoruz; kısaca insan oluşumuz şekilleniyor. Ailemden birini kaybetmiş gibiyim, tüm Cumhuriyet ailesine başsağlığı diliyorum. Ölüm işte, her zaman kalleş!
Altmış beş aydır cezaevinde bu okurumuz. "Elbet okuyorum, yoksa bugünler nasıl aşılır" diyor. Günlük yazıyor, başta klasikler, dünya edebiyatından kitaplar okumaya çalışıyor. Ona Simyacı' yı yolladım. Henüz eline ulaşmamış, ama sevindiğini söylüyor. Ayrıca boncuk kuşlar, kolyeler üretiyor. Mektubun bir bölümü ayrıca düşündürdü beni. "Yazlarınızın bir kısmını Ören'de geçirdiğinizi yazılarınızdan biliyorum. Kazdağı'nın ve Ege'nin serin aydınlıklarında yazılarınızla dolaşıyorum" sözleri büyük hüzün verdi, ayrıca uyardı beni. Birkaç sözcük, ama derinliği var. Bir yazarın görevini, sorumluluğunu da vurguluyor. "Yazılarınızla üzülüyor, seviniyor, bilgileniyoruz; kısaca insan oluşumuz şekilleniyor" sözleri mesleğimizin çizgisini, doğrultusunu da içermiyor mu? Haberler, yazılar, yorumlarla etkileniyor okur. Düşünüyor, yargılıyor, aydınlanıyor, mutlanıyor ya da tam tersi; yitik düşler, yitik umutlarla karanlığa, yalnızlığa gömülüyor. Birkaç satır, birkaç sözcük, ama damla damla ışıktan bir göl de olabilir, karanlık da oluşabilir. Barış da üreyebilir, terör de tırmanabilir.
Ben iyimserliğimi koruyorum sonuna kadar. Üniversitelerdeki kavgaları, birbirine taşla sopayla saldıran gençleri izlerken sorulara takılıyor kafam. Kavga değil barış, öfke değil hoşgörü, sevgi üretmek için ne yapıyoruz? Bu gençler neler okuyor, neler izliyor acaba; müzik dinliyor mu, şarkıya, dansa vakit buluyor mu? Örneğin şiir okuyor mu, evrensel müzikten hoşlanıyor mu, hiç dinlemiş mi? Kitap okumadan, müzik dinlemeden, şiir söylemeden, aşık olmadan yaşanır mı bahar? Sopayla, taşla, kanla, gözyaşıyla biçimlenir mi yaşam? Bölünmüşlüğü değil birlikteliği, çağdışılığı değil çağdaşlığı oluşturan bir eğitimde düğümleniyor tüm sorunlar. Bu düğüm çözülebilirse aydınlanacak yarınlar.
* * *
Yeniden tutuklu okurlarımıza dönüyorum. Yalnızlığı aşmak, karanlıktan aydınlığa ulaşmak için onlara ne veriyoruz acaba? Cumhuriyet okuyorlar, ama istedikleri kitabı okuyabiliyorlar mı? Cezaevlerinin kitaplıkları ne durumda, bu konuda bir katkımız olamaz mı, olmazsa yasal engel mi var, olursa nasıl bir örgütlenmeyle kitap, dergi ya da boncukla uğraşanlara araç-gereç sağlanabilir? Kimi altmış beş ay, kimi daha kısa, kimi daha uzun, içerde kalanların yaşamına güzel bir katkı, bir soluk, bir sevgi çiçeği sunmak da güzel bir olay değil mi, görev değil mi?
Gelin bu sevgi çiçekleriyle bir demet yapalım.
Cumhuriyet, 30 Mayıs 1997
Ankara... Anka