Ben de Mustafa Ekmekçi'yi Yitirdim

Beki Bardavid

Doğaldır ki "büyük" yitimleri "büyükler" yazar. Yoksa, sıradan bir ev kadını ben, bir eş, bir anne, ne haddime, Mustafa Ekmekçi gibi bir ünlüye "kalem atmak", tıpkı Hıncal Uluç gibi, Hasan Cemal gibi, Doğan Hızlan gibi, Çetin Altan ve daha bir dizi çok tanınmış yazar gibi. Ama benim yüreğim de tıpkı onlarınki gibi sevgi dolu Mustafa Ekmekçi için, çünkü o, nam, san, şan, ün, şöhret ayırt etmeksizin hepimizi sever, hepimizi sayardı. Yazılarından da belli değil miydi?.. Yoksulun yanında, tutuklunun yanında, Atatürk'ün yanı başında, Atatürk ilkelerinin en büyük savunucusu, güzel Türkçe'yi su gibi bilen ve kullanan, gelenek ve göreneklerimizi unutturmamak için çırpınan, dış ülkelere çağrılı, açıkoturum, söyleşi, imza günleri, ... ve buna benzer etkinliklerin bir numaralı insanı -hem de ne insan- işte birkaç satırda Mustafa Ekmekçi'nin yüzlerce niteliklerinden ancak birkaçı.

Kış-yaz tunç renkli sıcak teni ile dolaşan Mustafa Ekmekçi'nin, Tanrı oya gibi işledi yüzünü. İnsan elinin beceremediği narin burnu, zeka fışkıran iki tane kara göz ve hep gülümseyen bir yüz, o ünlü kasketinin altında... işte Ekmekçi'nin dış görünümü.

"Bana bak" demişti, daha birkaç hafta önce, TÜYAP'ta yan yana oturacağız duydun mu, ikinci "Domuz" umuzu birlikte imzalayacağız.

Birinci "Domuzuna Yazılar" için bir hayli yazı yazmıştım, dergilerde, gazetelerde. İkinci "Domuz" kitabına, benim bir "Domuz" araştırmasını da katmıştı, hem de adımı hiçbir yerde esirgemeden. Çünkü Mustafa Ekmekçi namusludur, namuslu bir yazardır. Sizden bir iğne başı kadar bilgi almasın, hemen o an köşesinde baş konuk eder. Nitekim yapmıştır da kaç kez, Anna Arslan ile ilgili yazılarında olsun, özellikle geçtiğimiz yıl, çağrılı olarak bulunduğum Ankara'daki geniş kapsamlı UNESCO'nun Nasreddin Hoca Kongresi ile ilgili birkaç gün süren yazılarında olsun, hak ettiğimden çok andı adımı. Öylesine dürüst, öylesine düzgün, öylesine demokrat idi Mustafa Ekmekçi. Beni çok severdi Mustafa Ekmekçi, ben de onu çok severdim.

Geçtiğimiz yıl, Sultanahmet'teki Cumhuriyet' in ödül törenine çağrılı iken, ben onu zorla dansa kaldırdım. Vals yaptık. Bir genç hanım resmimizi çekti. Ben o gece sıklamen bir şal giymiştim. Herkes çevremizde yer açmıştı. Döndük, döndük, sonra da yorulduk. O dansın bir resmini hiçbir zaman ele geçirmedim. Denemedim ki. Oysa o resmi çeken bayana sorabilirdim, "Kimsiniz, sizi nerede bulabilirim, ben de bir fotoğraf satınalabilir miyim?" diyerekten. Değerini bilemedim.

Bir kaç hafta önce telefon ettim, hep birbirimizi arardık. İkinci "Domuz" unu sordum. "Yakında" dedi. Sanıyorum sayrı idi ve söylemek istemiyordu. Evde yalnızdı ve telefonu geç açmıştı:

 "Rahatsız ettim galiba..." dedim.

 "Hayır... telefonun uzağındaydım da..." Yalan söylüyordu. Sayrıydı ve uzanmıştı ola ki. Bilseydim konuşmaz mıydım daha daha... Sarılmaz mıydım sesine, sözüne... O son "Beki gözlerinden öperim" i banda almaz mıydım...

Son yolculuğunu beyaz camdan izledim. İlk kez eşini ve kızlarını gördüm. Üç kadın da, Mustafa Ekmekçi'ye benziyordu. Ekmekçi'nin havası yüzlerinden okunuyordu engin acılarına karşın. Sonra eşi elini salladı ve açık seçik bir tını ile "Güle güle güzelim" dedi. Kulaklarımla duydum, gözlerimle gördüm.

Ben de kendi kendime izin veriyorum ve elimi sallayarak "Güle güle güzelim" diyorum, hıçkıra hıçkıra ağladığım şu anda.

Şalom, 28 Mayıs 1997
Cumhuriyet, 23 Haziran 1997
Olaylar ve Görüşler