1980'li yıllarda, Mustafa Abi her akşam olduğu gibi, matbaayı arar, gazetenin manşetini, önemli haber başlıklarını sorardı. Rahmetli Uğur Mumcu'nun yazısını ve başlığını da sormadan edemezdi.
Kendi yazısının olduğu günler mutlaka yazısının paragraf başlarını okutur, elindeki orijinal nüshadan yazısına müdahale veya atılıp atılma olup olmadığını kontrol ederdi.
Yine böyle bir kontrol akşamının arkasından şehir içi baskılarının yaklaştığı bir saatte, Ankara bürodaki nöbetçi arkadaşımız, Mehmet Kocazeybek'e kısa bir ölüm haberi yazdırır. Haber Prof. Suud Kemal Yetkin'in öldüğünü ve bunun küçük bir haber olarak şehir baskılarına kullanılmasını rica eder. Mehmet arkadaşımız haberde Suud'u "Suut" diye yazar. Ben de buna sadık kalarak gazeteye "Suut" şeklinde yazdım ve kullandım. Ertesi günü rahmetli Ekmekçi, telefonda bu haberi kimin yazıp kullandığını sorar. Cevaben Mehmet'in yazıp benim kullandığımı söylediğim zaman, bu prof'un adını neden bilmediğimizi sorar. Ben adın orijinalinde "t" yazılı olduğunu ve kendimin de böyle bildiğimi belirttiğimde: "Mehmet'in de senin de ağzına sı....." dedi. Ve her zamanki öğretici edasıyla unutamayacağımız bir ders verdi.
SİLAHI VAR DESİNLER
Mustafa Abi'yi İstanbul'dan mutat dönüşlerinden birinde Esenboğa Havaalanı'na almaya gittim. Alandan ayrılıp yaklaşık 10 km. kadar Ankara'ya ilerlediğimiz anda arabada "Eyvah Mahir ben silahı alanda bıraktım" feryadı ile irkildim. Dönüş yaparak alanda görevli polisten silahı teslim aldık. O da ne? Rahmetli Ekmekçi, tabancayı el çantasına koyup kapağını kapattı. Silahın şarjörünü de ceketinin cebine koydu. Ben merakımı yenemeyerek, "Mustafa Abi o zaman neden (silahın şarjörü ile bütün olan bir gereç olduğunu duyup öğrenmiş birisi olarak) bu aleti taşıyorsun", diye böyle taşımanın anlamsız ve gereksizliğini belirtmeye çalışsam da; lafı ağzıma tıkadı (nüktedan tavrı ile) "Oğlum silahı var desinler diye taşıyorum" dedi. Rahmetle anıyorum.
Nur içinde yat Mustafa Abi...