Güle Güle Ekmekçi

Ali Sirmen

Evet haklıydı tabii ki, Cemal Süreya. Evet bütün ölümler erken ölümdü.

Yıllardır, kalbi hasta olmasına, üç haftaya yakın süredir, umutsuz durumun eşiğini geçmiş bulunmasına karşın, Mustafa Ekmekçi'nin ölümü de erken ölümdü.

Son birkaç haftasını saymazsanız, dimdik ayakta, mücadelesini milim saptırmamış, biraz olsun tavsatmamış, bir gazeteci yazar olarak, kalemi elinde öldü Ekmekçi.

Buna erken ölüm denmez de ne denir?

Erken ölüm, ama boşa geçmemiş bir yaşam. Sevgiyi tanıdı, mücadeleyi yürüttü, aydınlanmayı özümsedi, 70 yıl önce, Konya'nın Hadim ilçesi Hocalar köyünde bir insan adayı olarak geldiği dünyayı, 70 yıl sonra Ankara'da bir adam olarak terketti.

Gazeteciydi, meslek olarak değil, yaşam olarak gazeteci. Onun mesleği ile yaşamını birbirinden ayırmaya, özel yaşamının sınırının nerede başladığını kestirmeye olanak yoktu.

Yaşadığı gibi yazdı, yazdığı gibi yaşadı.

Güç günleri hep mücadele gazetelerinde geçirdi. 12 Mart'ta Yeni Ortam' da birlikteydik, 12 Eylül'de Cumhuriyet' te.

Hep birlikteydik dediysem lafın gelişi. Öyle dönemlerde hep bir arada olunmaz, kimi zaman biri durur öbürü girer, kimi zaman da beriki durur daha ötekisi girer. Ama birlikte göğüslenir sorunlar.

Ekmekçi'nin dürüstlüğünü, yaman gazeteciliğini, hep emekten yana tavır koymuş olduğunu yazmaya gerek yok, adını duymuş olan herkes biliyor bu sıfatlarını.

Belki onu görmemiş, tanımamış, yazılarını sık sık okumamış olanların bilmediği bir yanı vardı.

Sapına kadar halk adamıydı Ekmekçi. Yıllarla gelip çevresinde haralenen şöhret ve sevgi onu hiç değiştirmedi. Kimliğinin üstüne, başka eğreti bir kimlik geçirmedi. Kişiliğini, yapay bir kişilikle zedelemedi, kökeniyle içten bir gurur duydu, komplekse bulanmış yapay bir böbürlenmeye sapmadan.

Bir gün yakınıyordu. "Ben kendime köylü diyorum, ama köydekiler bana sen artık şehirli olmuşsun diye takılıyorlar."

Konya'nın Hadim ilçesi Hocalar köyünden Mustafa Ekmekçi, Türk aydınlanmasının köye kadar girebildiğinin ve oralara eriştiğinde neleri gerçekleştirebildiğinin bir kanıtıydı.

Köyünden kopmadan olgunlaşmış, bir aydın olarak aydınlanmanın savaşını yürüttü sonuna dek.

Uzaktan bakınca mücadele adamları, asık suratlı, abus görünüşlü sanılır. Oysa öyle değillerdir. Uğur Mumcu gibi, Mustafa Ekmekçi'yi de hep güler yüzlü, şakacı olarak anımsıyorum.

O da Uğur gibi, güler yüzlü ciddilerdendi, abus suratlı laubalilerden değil.

Hayatı hep ciddiye alarak, ama suratını asmadan yaşadı. ABD Dışişleri Bakanı Baker'a bir yazı yazmıştı, "biz akrabayız, öyle ya, Baker Ekmekçi demek değil mi?" diye.

Sonra Paris'e gitti. Her şeyini de yazdı, hatta yolunu kaybettiğini bile. Soruyorlardı "ne yaptın Ekmekçi?" diye.

"O artık Parisli Ekmekçi, Boulanger oldu" diyerek takılıyordum.

Cumhuriyet  günlerimizdeydi. 12 Eylül daha yeni olmuş. Ankara bürodayız. Birisi gelmiş dertli, harıl harıl bir şeyler anlatıyor Ekmekçi'ye; bir ara durdu elini cebine attı, aranıyor.

Sordu Ekmekçi:

"Ne var?"

"Sigara arıyorum" dedi arkadaşı.

Daha erken davrandı o, "al buradan yak!" gibilerinden cebinden beyaz paketli bir TBMM sigarası çıkarıp, masanın üstüne fırlattı.

Onu görünce ben, iki gün önce bir subay arkadaşımdan aldığım Silahlı Kuvvetler sigarasını çıkarıp, rest diyerek ikisini de cebime atıverdim.

Bir kahkaha patlattı Ekmekçi.

Hala orada duruyor ve kulağımda çınlıyor o kahkaha...

Milliyet, 23 Mayıs 1997
Dünyada Bugün