Çoluk-Çocukları Yok mu?

Adam, iri kıyımdı, senatördü. Saunanın külhanında iyice terledikten sonra, attı kendini saunanın havuzuna. Sular:

-Faşşşşşşş.. diye taştı havuzdan.

-Ohhhhh... Oh... Ooooohhhh...

Dünya ne tatlıydı, hele saunada terledikten sonra havuza soğuk suya gövdesini indirmek.

-Oooohhhhh.

Tam o sırada geçti aklından. İş "takibinden" elli bin lira daha gelecekti. Senatodan af ne yapılıp, edilip kırpılarak çıkarılmalıydı.

Havuzdan çıktı. Kurulandı, biraz yarı-açık havada oturduktan sonra varıp kantara tartıldı. Kantar hafif çeksin diye tokyolarının üstünde topuklarını kaldırdı. İkiyüz gram mı ne düşmüştü. Gidip masaj yaptıracaktı daha.

-Senatoda 141-142'yi affın dışına çıkarabilirsek, hele 93 oyu bulabilirsek? Ehhhh...

-Oğlum, bana bir ayran getir, soğuk olsun...

Süleyman Bey, bir günde çıkaracağız Senato'dan demişti. (141 - 142'i değiştirerek)

-Süleyman Bey'in o sözüne bakmayın siz, o "uzatabildiğimiz kadar uzatacağız" demektir.

Af, Meclis'ten çıktıktan sonra, önümüzdeki salı günü Senato Adalet Komisyonunda görüşülecek. Bu komisyonda AP'liler ile CGP'liler çoğunlukla. Af önerisi komisyonda değişikliğe uğrayarak, Senatoya gelecek. Senato aritmediğinde de, AP'liler ile AP eğilimliler çoğunlukta. Salt çoğunluk rakamı da, daha önce yazdığım gibi 93. Senatonun Kesin rakamı 185 çünkü. İsmet Paşa öldü ama, ölümler, kesin rakamları değiştirmiyor. 185'in de yarısı 93. Senatoda 93 oyla değiştirildi mi bir metin, Meclise döndüğünde aynı biçimde salt çoğunluk rakamı bulunmalı, yani en az 226 oy olmalı ki, Meclis'in ilk metni kabul edilebilsin.

Bir de Senatodaki değişiklikten sonra, karma komisyon kurulması söz konusu. Burada da başkan seçimi epeyce zaman olabilir. AP'liler, DP'liler komisyona katılmama yolunu tutarak engelleme yapabilirler mi? Kamuoyunun baskısını hiç sayabilirler mi?

-Bize bundan böyle siyasal yaşantı yok. Bari, şu affı geciktirelim... mi derler?

Parlamento kulislerinde konuşmalar:

-Yahu, bu AP'li senatörlerden içerde çoluğu-çocuğu olan yok mu?

-Selâhattin Kılıç'ın amcasının kızı içerde ama, o senatör değil milletvekili...

-O da af aleyhine oy verdi.

Şöyle bakarsanız, kulislerde herkes aftan, barıştan yana. Süleyman Bey bir başı çekti de göz kırptı mı, bütün AP'liler affa karşı...

-Yahu, bunların çoluk-çocukları yok mu?

Senatoda değişiklik yapılacak yapılmasına. Fakat affa karşı olanlar 93 rakamını bulamazlarsa, Mecliste de o zaman 226 oy zorunlu olmayacak, aranmayacak.

Anadolu Kulübü'nde konuşan AP'lilere bakarsanız, bu af daha fazla bekletilmemeli, bir an önce çıkarılmalıdır. Geçen gün, Mustafa Tığlı, Lütfi Tokoğlu, Sabahattin Orhon konuşuyorlardı:

-Bu rezalet canım, kepazeliğin dik âlâsı.

-Olmaz öyle şey canım. Genel Merkeze telgraf yağıyormuş...

Kim hangi sözü söyledi, bilemem doğrusu. Ama, kendi başlarına olduklarında böyle oluyorlar. Aradan kısa bir süre geçip, oy vermeye sıra gelince "Komünistlere af yok" diye tutturuyorlar.

Çoluk-çocukları yok mu bunların?

Sıkıyönetim dönemi, mahkemeler devam ediyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları yargılanıyorlardı daha. Bir mahkeme başkanı ile konuşuyordum. Biraz önce Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyle konuşduğumu da görmüştü.

-Ne diyorlar?

-Hiç, ne desinler? Savunmalarını okuyorlar, sırayla...

-Hayır, onu demedim. Beraat filân istemiyorlar mı? İstiyorlarsa, vereceğiz de...

Bu sözde esprinin altındaki anlamdan ürktüm. Bir mahkeme başkanı öyle tarafsız olmalıydı ki, düşüncelerini bile bir başkasına açıklamaya yetkili değildi. Mümtaz Sosyal davasında, Uğur Alacakaptan avukattı. Başkan onu gösterdi:

-Alacakaptan'ı tanıyor musun?

-Tabiî...

-Nasıldır?

-İyidir.

-Onu demedim, rengi nasıldır?

Düşündüm. Rengi nasıldı acaba?

-Bence ortada, bir sosyal demokrat...

-Fakat, renkleri koyuya giden pembelerin davalarını alıyor hep neden?

Verecek karşılık bulamamıştım.

Sıkıyönetim mahkemelerinde okunan iddianameler, bir gün yayımlanıp hukukçularca tartışılacaktır. Mahkeme kararlarının adlî yanlışlıklarla dolu olduğunu, gördük zaman zaman. Çıkarılacak siyasal af, adlî yanlışlıkları da örtecekti. Buna karşı çıkanların, geniş kapsamlı bir affı istemeyenlerin Türkiye'de barış ve huzur istediklerine inanmıyorum.

Antalya'nın Kumluca ilçesi, Hızırkâhye köyünden Berber Kemal Dengiz, mektubunu affa ayırmış. Ne diyor bakın:

... Burada 200 kadar genç var. Ulan şu Mustafa Ekmekçi Abimizi bi görsek diyorlar. Ne gerçekçi çocuk diyorlar. Abi, bir tane güzel bir kartpostal gönder, kendi resmini de yolla. Şuraya berber dükkânına asalım, camlıyalım. Ha, şunu da bilmiyorsundur, 1969'da burada Alakir Barajı'nın ortağı Sayın Demirel buraya geldiğinde ona yuh çeken geçlerden biri de benim. Bizim değil burada, bütün Türkiye'de hapishanelerde bir tek adamımız yok. Ama, gerçeği yaratan şu adamlar hapishanelerde yatıyorlar. Benim ellerimde ufacık bir şey olsa yatırmam. Yılmaz Güney, bu adam gerçeğin ta kendisi. Başka filmlere gitmemeye yeminliyiz. Bir de Âşık Mahzunî var, bundan başka da Âşık İhsanî. Bunlardan başka plak dinlemeyiz. Af çıkacak diye bekliyoruz ama çıkmadı. Köyün arasında, dağlarda boşa mı bağırdık Ecevit'e sesimiz çıkmayasıya kadar.

Baraj yolsuzlukları yapanlar içerde yatmıyor da, bu adamlar niye içerde yatıyorlar? Böyle uygulamalar çağdışıdır...

14 Nisan 1974