Emekli malûl Hava Yüzbaşısı Şemsi Yumlu, şöyle yazmış:
"MSP'nin Atatürk Orman Çiftliği'nde Bira Fabrikası yanına bir cami yaptırmak istediğini ve Korkut Özal'ın resmî okul ve müessese müdürlerini cami veya mescit yapımına teşvik ettiğini yazıyorsunuz.
Bu bana 1936 yılında yaşadığım bir anıyı hatırlattı:
1936 yılında Heybeliada Deniz Harpokulu Lise 3 öğrencisiyim. Günlerden pazar, aylardan Nisan veya Mayıs...
Lise ve Harpokulu öğrencileri izinde. Ben nöbetçi öğrenciyim. Nöbetçi heyetinde bir nöbetçi amiri binbaşı, bir nöbetçi subayı üsteğmen, bir Harpokulu öğrencisi, bir de lise son sınıf öğrencisi var.
Saat, sabahın 10-10.30 sularında deniz tarafında vapur iskelesiyle mendirek arasında tek başıma bir aşağı bir yukarı dolaşıyorum.
Bir ara rıhtıma bir sivil motorun yaklaşmakta olduğunu gördüm. Derhal koşarak oraya gittim. Düdük çalarak motorun uzaklaşmasını işaret etmek üzere iken motorun kıç tarafında ayakta heykel gibi duran sarışın mavi gözlü kişinin Atatürk olduğunu tanıdım. Selâm durumuna geçtim. Motor yanaştı. Atatürk elini uzatarak benim elimi tuttu ve rıhtıma atladı. Komutanın nerede olduğunu sordu. Arkasında beş-altı kişi daha vardı. O sırada nöbetçi amiri ve subayı da koşarak geldiler. 2-3 dakika sonra Okul Komutanı Bilâl Bey de koşarak geldi. Rıhtımdan okula doğru ilerlerken Atatürk eliyle okulun içindeki minareyi göstererek:
- Bu ne?., dedi. Bilâl Bey:
- Okul camiinin minaresi efendim...
Atatürk:
- Yakışmıyor, hiç yakışmıyor. Bir müsbet ilim müessesesinde ve askerî okulda bu camiin ve minarenin işi ne? Bunu derhal yıkın... dedi.
Minare iki gün sonra yıkıldı. Öteki nöbetçi subaylarının, Atatürk'ün yanında olanların adlarını hatırlayamıyorum. Fakat bu hatıraya en az 10-15 kişi tanıktır. Ve okuldaki minarenin iki gün içinde yıkıldığını şimdi hayatta olan bütün deniz subayları bilirler.
Ne kadar hazindir ki, aradan kırk yıl geçtikten sonra Parlamento binası içinde ve okullarda cami yaptıranlar bulunuyor..."
Bu mektubu neden yayınladım? Kapitalizmin bir uçtan oyuncağı ve âleti durumuna gelen gericilerin, din sömürücülerinin yıldırımlarını çekebileceğini bilmiyor muyum? Atatürk inançlara saygılı idi. Türkiye'de de inançlara saygı kuralı kökleşmiştir. Ancak, geçirdiğimiz kısa dönemde din sömürüsünü göre göre, çok inanmış insan, inancından, dininden soğudu. Namaz kılan görüp de, "Acaba ne var bunun altında?" diye düşünenler bile vardır ne bileyim. Türkiye'de din sömürüsü yasaktır, suçtur. Devlet olanaklarını, gelecek seçimler için bu yolda kullanmak ise, yaşamasını istediğimiz Türk demokrasisini hançerlemekten başka şey değildir.
★
Dün, Şili'de faşizmin demokrasi üstüne çöreklenişinin yıldönümüydü. Şili'deki uygulamaların, faşizmin bir başka biçimde benzeri Türkiye'de de vardı. İşkenceler durmamıştı. Sıkıyönetim Mahkemeleri adaletle uzaktan yakından ilgisi olmayan kararları veriyorlar; gençler, aydınlar süründürülüyordu. İşkencelere, MİT uygulamalarına askerler de karıştırılmıştı. Bir yandan askerî yargı yaralanırken, bir yandan askerler -olup bitenlerden- sokağa çıkamaz duruma gelmişlerdi.
Türkiye’de eziyetler, işkenceler demokratik güçleri yıldırmadı; biledi daha çok. Demokratik cephe 14 Ekim sınavını başarıyle verdi. Bu, büyük ölçüde, Türkiye'de faşizmin gerilemesi, geriletilmesiydi. Tüm solun oylarını da toplayan Ecevit kendine bir ortak bularak iktidara geldi. Zaman geçtikçe daha da büyüdü. Bu, Türkiye'de faşizmin gitgide gerilemekte oluşunun somut örneğidir bence. Gerilemiş ama, ortadan kalkmış mıdır? Sinsi sinsi çalışmasını sürdürmekte değil midir? "Değişen birşey yok ki ortada" diyenlerin anlatmak istedikleri bu değil mi?
Kıbrıs olayları, Ecevit'e yeni puanlar kazandırdığı gibi, geçmiş dönemde hayli yara almış olan askerleri de, o güç durumlarından kurtardı. Herhalde, askerler bundan böyle faşist uygulamaların oyuncağı durumuna kolay kolay getirilemeyeceklerdi. Bu dersin alınması da az şey olmasa gerek.
★
Bulgar Elçiliğinde önce verilen kokteyle ne kadar çok kişi gelmişti. Belki de Bulgarlar'ın ulusal bayramları olduğundandı bu. Faşizmden kurtuluş bayramı... Türk Hükümeti, Bulgarlara yakınlık olsun diye, bugün için Çalışma Bakanı Önder Sav'ı, törenlerde bulunması için Sofya'ya göndermişti.
Elçilikteki kokteyle, Senato Başkanı Tekin Arıburun, Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya gelmişlerdi. Hava Kuvvetleri Komutanı Alpkaya ile ilk kez, uzun uzun konuştum. Tabiî Senatör Haydar Tunçkanat da vardı.
Sonra kokteylde, Nezihe Meriç, Salim Amca -Salim Şengil- Özdemir İnce, Cemalettin Ünlülerle bir grup yaptık. Kendi aramızda konuştuk. Nezihe Meriç yasal adıyla Nezihe Şengil de aftan yararlanıp, ortalığa çıkabilenlerdendi. Uzun süre "Kimble" olarak dolaştı ülkesinde...
Gazeteciyim ya, birşeyler bildiğimi sanarak soruyorlardı:
- Ne oluyor kardeşim, ortaklık bozuluyor mu?
Aman bozsunlar şu ortaklığı, erken seçime gitsinler...
- Faşizm geriledi mi, sindi mi ha, ne dersin?
Üzerinde daha durulacak konu doğrusu...
(12 Eylül 1974)