Biraz Düşünür müsünüz?

-   Babam bi daha Meclis'e gitmesin, demiş Eylem, kavga oluyormuş da...

Şimdi çocuklar, nasıl da yakın izliyorlar herşeyi. Sorularından kurtul­mak için ben tutuyorum soru yağmuruna:

-    Bu ne?

-    Balaban...

-    Balaban'ın nesi ama?

-    Balaban'ın öküzleri...

-    Ne olmuş öküzlere?

-    Öküzlerin kemikleri çıkmış...

Balaban'ın tablosunun yanında Emel Mesci'nin cezaevinde yapıp yolladığı yağlıboya resim. Kökleri cam gibi parlayan bir ağaç.

-    Bu ne?

-    Ağacın kökleri...

Sonra ip atladı birazcık.

Akşamüstü çıktım evden. "Ankara Notları"nı erken yazıp yetiştir­mem gerekiyor gazeteye.

Caddeler adam dolu, kızlar, erkekler gençler. Sarmaşdolaş parklar­da. Kızların kiminin etekleri kısa mı kısa, kiminin uzun mu uzun. Moda ne, uzun mu, kısa mı?

Gençlik Parkı’nın içinden mi geçsem? Seyretsem insanları, fışkıran suları havuzda. Ankara'nın denizi gibi Gençlik Parkı havuzu. Bu özlemi gideriyor olmalıdır. Gençlik Parkı içinde yürüdüğüm sürece üzüntüleri­mi, tasalarımı unutur muyum? Bir an için olsun...

Anayasa Mahkemesi ne yapacak? Beşinci maddeyi iptal ederse, aftan yararlanamamış bunca kişi çıkar mı? Ancak, bunun için esastan iptal etmesi gerekiyor galiba. Usul yanlışlığından iptal edilirse, yeni bir yasa taslağı hazırlanacak.

Ya 20'nci maddenin başına gelenler? Şu disiplin cezaları ile ilgiliydi biliyorsunuz. Mecliste af gecesi, Senato ve Karma Komisyon maddeleri reddedildi. Sıra Meclisin metninin oylanmasına gelmişti. Senatoda o madde salt çoğunlukla geçtiğinden, Mecliste de salt çoğunluk yani en az 226 oy zorunluydu. Ortaklarının ihanetine uğramış CHP'liler düş kı­rıklığıyla bir yerde bozguna gitmişlerdi. 224 oyda kaldı mı size? Altmış bin öğretmenin, birçok subayın ve memurun disiplin cezaları af dışında kalmış oldu böylece. Bunlardan 227'si çeşitli nedenlerle mesleklerinden çıkarılmış öğretmenlerdi. Kimi var ki, öğretmenliği sırasında nişanlan­mış, nişanlısı evliymiş ama bir türlü karısından boşanamıyormuş. "Vayyy, bu öğretmenliğe yakışmaz" deyip, uzaklaştırmışlar öğretmenlik­ten. Mahkemelerde sanki boşanma işlemleri kolay yürütülüyormuş gibi, iki yana da eziyet üstüne eziyet.

Süleyman Bey döneminin kıyımına uğramış, on binlerce öğretmen hâlâ disiplin cezaları altındadırlar. Silinememiştir cezaları. Yüzlerce su­bay, assubay, harpokulu öğrencisi de öyle. Meclisin önerdiği metin de geçemediği için, disiplin cezası almış olanların orduya dönmeleri de en­gellenmemiş durumda. Güya, bundan komutanlar da tedirginmişler...

İşkence anılarını hazırladığını yazdığım polis memurundan mektup geldi. Bir değişik açıklama. Yorumsuz yayınlıyorum:

Özlem ve Eylemlerin babaları,

12 Mart'ın hışmına, balyozun gazabına bilmem neden uğramayan gazeteci, benim için işkenceleri seyretmiş, izlemiş diyorsunuz.. Nok­san, hayır. Çünkü ben de bir işkenceci idim.

Adî suçlular, hâkimin karşısında çoğu kez; "bilmiyordum, yapma­dım, yapmamalı idim, sarhoştum, affet beni elini ayağını öpeyim" der­ler..

Hırsızlar, namussuzlar, üçkâğıtçılar, dolandırıcılar, katiller, vergi ka­çakçıları, vatan hainleri ve onların koruyucuları...

Kader kurbanı mı, değil mi henüz bilemediğimiz biz işkencecilerin mahkemeye çıkarılması, halka: "Bunlar Anayasa'nın 14'üncü maddesini ihlâl edenler" diye ilân edilmesi en büyük isteğimdi.

Ancak, günümüzün Başbakanı Sayın Ecevit bunlara ve bu konulara sünger çekti.. 20 MSP'li de kendisine rest çekti. Benim için susmanın gereği yok artık. Ben yalnız işkenceleri izlemedim... Ben işkenceleri yalnız seyrettim... Gerçek şu: Ben etmedim değil, neler etmedim ne­ler?...

Babası yaşındaki işkenceci (gardiyan) tarafından saçları kökünden kesilen öğrenci kız.. (Size bacım demek geliyor içimden ama diyemiyo­rum. Çünkü bilmiyorum kabul edeceğinizi..)

Yediği dayaklar aile toplantılarında konu edilen Doğu Perinçek, iş­kencede can veren Hıdır Altınay, Vedat Gevrek ve öğretmeni, işçisi, sendikacısı, subayı, gazetecisi, memuru, Ankara Emniyet Sarayı'nda iş­kenceye (ameliyata) tabi tutulanlar...

Herşeyi fazlasıyle söylediği halde ölüm raddesine kadar işkenceye tabi tutulan komiser muavini (Alevî diye)...

Ben... Robotluktan çıkıp, gazete ve kitap okumam nedeniyle insanlı­ğın "n" harfine sarılma anındayım.

Beni bağışlar mısınız? 15.6.1974

Not: Bir parça esrar, bir trafik kazası, bilmem daha neler... Engel olamazlar bana, insanlıktan payımı alabilmem için vereceğim uğraşta. Saygılarımla...

Geçenlerde Hürriyet'e Cüneyt Arcayürek'in "Vehbi Koç ile Eczacıbaşı'yı kaçıracaklardı..." başlıklı bir haberi vardı. Bununla ilgili olarak tu­tukevinde bulunan Erol Tozlutepe ile Mehmet Kiracı'dan birer mektup geldi. Zarfın üzerinde başgardiyanın "görülmüştür" yazısı. Olay için "bir­takım ince hesaplar neticesi belirli, günlerce tezgâhlanmış senaryolar" diyorlar. Konyalı Mehmet Kiracı, işkence yapıldığını mı anlatmaya çalışı­yor mektubunda. Kısaca şöyle demiş:

Basit zabıta vakalarının tertibinden en iyi şekilde yararlanabilmek, baskı, zulüm ve işkenceleri yoğunlaştırmak. Dolayısıyle uzaktan da ol­sa Ecevit başkanlığındaki hükümeti yığınların gözünde küçük düşürme hesabı. Bunu bilmeyen, anlamayan da kalmadı.

Birkaç günlük polis operasyonundan geçirildikten sonra, Üsküdar Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne çıkarıldım. Toptaşı Tutukevi'ne kapatıl­dım. Burada tüm sağlık ve yaşama koşullarından yoksun olduğum için hiçbir güvencem de yoktur.

Durumu önce Sayın Bülent Ecevit ve ilgililere mektupla bildirdim. Ne bileyim belki de haber bile alamadılar. Diyeceğim şu ki, ilgili merci­lere siz de duyurun, hukuk adına yapılanların hesabı sorulsun. Ayrıca namuslu bir gazetecinin burada bizimle görüştükten sonra gerçeği ka­muoyuna aktarması iyi olur.

Ben Ermenek'ten çardağı ve kıraç tarlayı bırakıp 1968 yılında İstan­bul’a geldim. Hukuka yazıldım, yakamı bırakmıyorlar ki bitirip gideyim. Tutukevi koğuşundan saygı ve selâmlar... 11 Haziran 1974.

(17 Haziran 1974)