Bıyıklı...

Çin Halk Cumhuriyeti'nin diplomatları İzmir'e mi gidiyorlardı? Üç kişiydiler. Öyle kısacık filân da değiller, diplomatları uzunlardan mı seçiyorlar ne?                        

Çinlilerden biri, arkadaşlarının yanından ayrıldı, şöyle yürür gibi, uzaklaşır gibi yaptı. Bir bayan gölge, kalkan Çinlinin yerine oturuverdi. Kalkan Çinli, sanki bunu bekliyormuş gibi hızla geri dönüp, arkadaşlarının resimlerini çekermiş gibi yaparak gölge bayanın resmini de çıt diye çekiverdi. Bayan neden o kadar telâşlandığını belli etmişti, kimse anlayamadı. Fotoğraf çekildikten sonra, yüzünü sola çevirdi, elleriyle de bir yandan yüzünü kapadı. Bayanın yanında oturan iki Çinli, Çin Şeddi gibi yüzleriyle -gülüyorlar mı, gülmüyorlar mı belli olmuyor- öyle durdular.

Oturanların tam karşısında iki erkek gölge mi vardı? Bayanın Çinlilerin yanına oturmasını onlar mı istemişlerdi? Ne diye? Herhalde konuşmaları dinlesin bakalım diyedir. Bayan, uzaktaki arkadaşlarına bir el işareti yaptı. Yolcu salonunda bulunanların hepsi anladı bunu.

-Konuşmalarını anlayamıyorum hiç...

Tercümesi buydu yana sallanan baş işaretinin zahir.

O iki kişi de duvar gibi ciddi, fakat biraz telâşlı mıydılar?

Yolcular uçağa alınıyordu. Çinliler herkesin bakışları içinde ne dedi- erse, onlar da aranmadan geçtiler. Çinliler ufak, fakat hızlı adım atıyorlardı. Gölgeler kaz adımdılar, kısa zamanda kapadılar arayı. Uçakta da onların arkasına yerleştiler. Herkes onlara bakıyordu. Polisiye filmlerden hoşlanıyordu bizim halkımız. Onlar gitti. Sonradan duydum, Çinliler İzmir deki fuarda açtıkları pavyonu denetlemeye giderlermiş. Çinlilerin pavyonu da güzelmiş hani...

Yolcu salonunun üstünde uçak şirketlerinin bürolarının bulunduğu bölümün tam karşısında, büfenin yanında bir genç oturuyordu. Yanındaki bankta da bir genç kız. Genç, bir ara sabırsızlanıp yeniden THY bilet masasına gitti.

-Adana uçağı ne zaman kalkacak?

-Tarifeli uçağın geç gelmesi yüzünden biraz tehiri var. Kesin bir şey söyleyemem.

Bilebildiğim şu kadar. Bu genç, Adana'ya gitmek istiyor. Uçağın geç kalması da canını sıkıyor belli.

Gitti, yerine oturdu. Genç kız yandaki banktaydı hâlâ. Bir ara dolaşmak, tur atmak geçti içinden. Kızın yanından mı ayrılmak istemedi. Konuşsa mıydı, ya yüz vermezse?

Gitti. THY memuruna bir daha sordu Adana uçağını. Çok gecikecekti, anlaşıldı.

Kızın yanındaki banka oturmak istemişti ki, ensesinde bir gölgeyi farketti. Dönüp baktı, bir sivil gölgeydi...

-Biraz benimle emniyete kadar gelir misiniz?

Demesiyle kolundan yakalaması bir olmuştu...

Gölge, genci bir odaya soktu. Orada, bir subay -belki albay- birkaç sivil, bir bayan vardı. Bayan ayakta duruyordu. Sivillerden biri emretti:

-Üzerinde ne varsa çıkar şuraya...

-Peki.

Şebekesini, biletini, para cüzdanını çıkardı. Mendil, vs. ne varsa...

Sonra, sıkı bir biçimde arandı üstü. Beli ve bacakları taranırken, gıdıklanır gibi oldu. Gülemedi.

-Nereye gidiyorsun?

-Adana'ya..

-Biliyoruz, seni uzun zamandan beri takip ediyoruz, ikide bir uçak ne zaman kalkacak?" diye soruyorsun, neden?

-Yanındaki yabancı kızla ne konuştun? Ona mesaj mı verdin? Saklama, biz her şeyi biliyoruz.

-Ben kızla konuşmadım.

-Konuştun, saklama.

-Kız burada, çağırıp sorun. Neden sormuyorsunuz?

Biri emretti.

-Getirin kızı...

Biraz sonra, bankta oturan genç kız getirildi. Ne kadar da büyümüştü gözleri.

-Do you speak English?

-Ben Türk'üm, dedi kız. Türkçe sorun soracaklarınızı...

-Bu genci tanıyor musun?

-Hayır, tanımıyorum. Yanımdaki bankta gördüm o kadar.

-Götürün.

Kız dışarı çıkarıldı. Hayli korkmuştu dedim ya.

-Peki, sen söyle bakalım Adana'ya niye gidiyorsun? Kim var orada?

-Dayım var, dayıma gidiyorum.

-Hımmmmm...

Bu sırada, THY memuresi mikrofondan "Adana'ya gidecek yolcuları…" uçağa binmeğe çağırıyordu.

-Bana soracağınız başka şey yoksa, bırakın gideyim.

-Dur, önce eşkalini bir tespit edelim de öyle git...

Bir memur, daktilonun başında yazmak için hazır bekliyor, bir başkası da gencin karşısına geçmiş, onun fotoğrafını çekecekmiş gibi süzüyordu. Daktilo başındaki, kâğıda bakarak sordu:

-Boy?

Genç, fotoğrafını çekecekmiş gibi süzenden önce cevap verdi:

-1.80.

-Kilo?

-65.

-Renk?

-Sarışın.

Daktilo da, karşıdaki gölge de gencin bıyıklarına bakıyorlardı. Genç ekledi:

-Bıyıklarımın uzunluğuna bakıyorsunuz değil mi? Tatil de, ondan bıraktım bu kadar uzun, yoksa bırakmazdım. Adana'ya varır varmaz düzelteceğim.

Gencin bıyıkları Çinli bıyıkları gibiydi. Acaba bıyıkların uzun ve çeneye doğru kıvrık olduğunu da yazacaklar mıydı?

Gölge, daktilo başındakine seslendi:

-Yaz, bıyıklı…

Uçak, kalktı kalkacaktı. Genç, koşa koşa polis kontrol odasına girdi. Soluk soluğaydı uçağa bindiğinde. Kimse gencin başından geçenleri bilmedi.

18 Eylül 1973