Valizler Hazırlanırken...

Tutukevlerinde, cezaevlerinde bir süreden beri, "af uyutuluyor mu ne?" diye umutlarını erteleyenler, af önerisinin Meclis-Başkanlığı'na verilmesinden sonra, yeniden çıkacakları günleri beklemeye başladılar. Uyutuldu havalarının yayıldığı sıralarda, öyle dövüneceklerini "vay başımıza gelen" diyeceklerini sanmayın, değil öyle. Kimi, "bari üstünde çalıştığım kitabımı bitireyim bu ara" der, böylesine bir çalışma unutturur çünkü çok şeyi. Asıl, çıktı çıkacak söylentileri yaygınlaşınca oturup bir iş göremez insan. Yolculuk gibi. Valizleri akşamdan hazırlamazsam rahat edemem ben. Ya tren saatinden önce kalkarsa. Neme gerek, hazır olmalı her şey.

Düşümde cezaevindeydim. Herkesin de kitapları derlenmiş, yataklar toplanmış, ortalıkta da kimsecikler yok. Biri geldi sonra, sordum:

-Nerdeler?

-Af var ya, hazırlıklarını yapıyorlar...

Düşü eşime anlattım sabah:

-Sakın sen girmiyesin cezaevine, diye yorumladı.

Dereyi görmeden paçaları sıvamıyorum. Ancak, kim ne kadar uzatırsa uzatsın, çok geçmeden çıkacak af yasası. Güdük, bölük-pörçük biliyorum. Ancak, ilk taksiti çıkacak. Birinci adımı atılacak barış ve özgürlük havasının. İkincisi de arkasından. Geçenlerde Başbakan Ecevit'le konuşurken, bunu sormuştum:

-İkincisi ne zaman?

-Bir şey diyemem. Çıkaracağımız affın yaratacağı güvene bağlı.

-Örneğin altı ay sonra?

-Bir şey söylemem zor şimdiden.

Yedi ayda dünyaya gelmişim. Dokuz ay bile beklememişim. Eylem de beklemedi tam dokuz ay on günü. Anam, bir şeyde ivecenliğimi görünce "Bırakın onu, o yedi aylık zaten..." der, hoş görürdü.

Öğle yemeğinde sininin çevresine toplanmışız, tencereye kaşık sallıyoruz, ya da sahana. Benden ortaya bir soru:

-Ana, akşama ne yiyeceğiz?

-Oğlum, şimdi ye de akşamı da sonra düşün.

İçim rahat etmezdi ne yalan söyleyeyim... Sormak geliyor içimden:

-İkincisi ne zaman?

Düşünelim bakalım...

Aslında affın kapsamı dar tutuldu. Askerî mahkemeler, yasalarda gösterilen cezaların tabanını değil, tavanını uyguladılar. Baştan sona askerî yargı -her zaman yazdığım gibi gerçekten- yara aldı bu kesinleşen dâvalardan. Affı hesaplarken, tabanı değil, tavanı almak adaleti sağlayacaktı. "Af, Büyük Adalet..." başlıklı Ankara Notları'nda işlemiştim bunu. İşkencenin hangi çeşidini afla örtebilirsiniz?

Bunlara karşın CHP ile MSP'nin çıkardıkları bu affa da karşı çıkacaklar, çıkanlar var. Onlara hiç bir şey demiyorum. Kapıcı Ziya söylüyor, onlar için yargılarını. Halk söylüyor. Kamuoyunu karşılarında buluyorlar, Süleyman Bey de, Turhan Bey de, Ferruh Bey de. Akılları olsa karşı çıkmazlar af önerilerine. Bırakırlar ufak-tefek hesapları ülkenin barış ve özgürlüğü için...

Af çıkarken, mahkemelerde bile hava değişti gibi. Uğur Cilasun ve arkadaşlarının dâvasında, mahkeme sekizer küsur yıllık mahkûmiyetleri vermesine karşın, sanıkları tutuklu bırakmadı, serbest bıraktı. Nasıl olsa aftan yararlanacak insanları içerde öylesine tutuklu bırakmak işkencenin bir başka çeşidi de ondan mı?

Ankara'da benim vaktiyle "kazıkiçi motel" dediğim, 3 numaralı tutukevinde kadınlar bölümünde hasta genç kızlar, bir bakıma işkence görmeye devam ediyorlar. TÖS davasından 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Mehtap Güçlü, TCK'nın 59'uncu maddesinden yararlandırılarak cezası 4 yıl 2 aya indiği ve 2 yıl sekiz aydır da tutukevinde bulunduğu halde, koğuşta geçirdiği disk kayması bile tedavi ettirilmeden kıvrandırılıp duruyor. Tutukluluğunun ilk yılında, koğuştaki paçavra yataklardan birini kaldırırken oldu disk kayması. Hastanede tedavi edilmesi gereken Mehtap Güçlü, tutukevinin zor koşullarında -sırf Yargıtay'dan karar daha gelmedi diye- süründürülüp duruyor. Adını herkesin bildiği tutukevi doktoru, gerekli ilgiyi göstermiyor.

Yine aynı yerde sanıklardan Şükran Kumral'ın ise önemli barsak hastalığı var. Titiz bakım gerekiyor. Tutukevinin o herkesin tanıdığı doktorunun olmadığı bir sıra, yerine gelen bir başka doktor Şükran’ı hastaneye sevkeder. İnceleme sonucunda hastanın ameliyat olmasına karar verilir. Ancak, ameliyatsız bir yıl daha yaşayabileceği gerekçesiyle herhangi bir "müdahale" yapılmaz. Şükran Kumral, bırbuçuk yıldan be tutukludur. Verdiği dilekçeleri geri çevrilir ve tutuklu kız hastaneye yollanmaz bir türlü. Kırk derece ateşle tutuklu yatar. Ayrıca Kâzime Erten adındaki kadın tutuklu astımlıdır. Tutukevi doktoru ise, bu bronşit demekte, kadını hastaneye yollamamaktadır.

Simdi bu durumu, af çıkarken Başbakan Ecevit'e, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar'a ve Millî Savunma Bakanı Haşan Işık’a duyurmuş oluyorum. Bu hastalar lütfen, derhal hastaneye kaldırılsın. Af çıkarken, dışarıya -hiç değilse- cenaze çıkmasın.

Türk Dili dergisinin Mart sayısında Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın bir şiiri var. "Yeryüzü çocukları" adlı yapıttan alınmış. Bunu Eyleme de okuya cağım. Bir küçük bölümü şöyle:

Estonyalı yavru balık

Letonyalı yavru balığa der ki

Değiştirelim mi ha

Ağızlarımızı biz?

Değiştirelim der Letonyalı yavru balık

Estonyalı yavru balığa hemen

Sen benim annemi öp diye

Ben senin anneni öpiyim diye.

5 Mart 1974