Kuzu Bulanık Havayı Niye Sevsin?

Mecliste bir yabancı gazeteci kolumu tuttu.

-    Bugün neye acıdım biliyor musunuz?

-    Neye?

- Bakanlara. Baksanıza, güvenoyu almayacaklarını bile bile kurban­lık gibi oturuyorlar.

Kendini bakanların yerine koymuş demek arkadaşım. Yooo, bana sorarsanız pek öyle durumları yok. Maşaallah turp gibiler. Öyle üzgün ne olsalar, daha işe başlar başlamaz kararname furyasına dalarlar mıy­dı? Kültür Bakam Bayan, Müsteşar Bozkurt Güvenç daha önceden isti­fa ettiğinden, onun odasına mı oturmuştu? Niye beğenmemiş odayı da değiştirdi bakalım? Neden odadaki perdelerin değiştirilmesini istedi? Üç günlük bakanlıksa, eski perdelerle döşeli odada da oturabilir öyle ya... Hem öyle üç günlük işlerden korkarım ben. Üç günde rahat üç yıl­lık partizanlık ne yapılabilir.

-    Filân bizdendir, onu kollayıverin.

-    Hay hay.

Önceleri kadrolara MSP'li mi dolardı, üç günde ya da üç ayda, CGP'lilerle dolduğunu görürüz. Yazarız o kadar. Zaten yazıdan çiziden fazla alınan yok bu zamanda. Bir araştırma yapılmalı, Irmak Hükümeti bakanları işe başladıklarından güvenoyuna gidene dek, ne kadar ata­ma yaptılar, kimleri atadılar üç-beş günde? Bakalım ne çıkar?

Sadi Irmak bilmiyor muydu işe girişirken güvenoyu alamayacağını? Bence bal gibi biliyordu. Ecevit, kendisine azınlık hükümeti kurma göre­vi verildiğinde Süleyman Beyler, Ferruh Beyler demeçleri patlatıp ver­yansın ettikleri sıra, götürüp, "Emaneti" Korutürk'e vermedi mi? Sadi Bey de verebilirdi. Neden vermedi? Irmak kabinesinde görev alan ba­kanların çoğunda hâlâ neden bir "vatan kurtaran aslan" pozları var? Çoğu "biz geçici hükümetiz" bile demiyor, yok odanın perdeleriymiş, yok şuymuş yok buymuş bunlarla uğraşıyor.

İşin asıl kaygı duyulacak yanı, "güvenoyu da alamadık, artık bizim sorumluluğumuz da olmaz" düşüncesine kapılanların çıkması olasılığı.

Hükümet programı, kabinede neden sulandırılmıştır öyle? Örneğin söylentilere göre, Enerji Bakanı “ulusal petrol” konusunda daha ilgi çekecek sözler yazılmasını istemiş, ama bulanmış bu sözler de kurulda. Programdan da, hükümetten de fazla  bir şey beklenmiyordu doğru, ama hükümet olarak yurtta güvenin sürdürülmesinden de sorumludur hala. Bunu gidinceye kadar unutmamalıdır.

Güvenoyu almamış hükümet olarak, CHP’nin verdiği erken seçim önergesini benimsemezse, öneri Meclisler’de görüşülemez. Hükümet en azından bunu benimsediğini açıklamak zorunda.

Neyse, elbette uygulamalarını görmeden hükümet üzerine, üyeleri üstüne yazıp çizmek de yakışık almaz. Bekleyeceğim.

Ufukta açık seçik görünen artık “ erken seçim”dir. Mustafa Üstündağ Trabzon’da konuşurken şöyle demiş:

- Erken seçim kaçınılmazdır. Bunun kaçınılmazlığını sizler Ankara’ya baskılarınızla sağlayacaksınız. Seçimden kaçanları da köylere sokmayacaksınız.

Süleyman Bey de, “erken seçim kaçınılmazdır” diyor. Arkadaşlarımız Genel İdare Kurulu’nda yapılan bu konuşmaları öğrenip yazdılar. Basın işleriyle uğraşan Selahattin Kılıç telefon etti:

- Genel Başkanımız Genel İdare Kurulu’nda böyle söylemedi. Lütfen düzeltir misiniz?

Zaten benim aklım pek yatmamıştı Süleyman Bey’İn öyle diyeceğine.

Çocukluğumda, ilçemize bir şarap fabrikası yapılacaktı. Bir şarapçı ustası geldi. Alman mühendisler dışında gördüğüm belli başlı teknik adam bu şarapçı ustasıydı. Şarapçı ustasının bir cümlesini hiç unutmamıştım. Hep o konuşur, yanındakiler dinlerdi. Şöyleydi cümlesi:

- Geçim hususatı başka, aile hususatı başkadır. Bazı adamlar anasının gözüdür.

Ne laf amma, derdim içimden.

Süleyman Bey’i dinlerken de o şarapçı ustasının lafı gelir

- Seçim meselesi başka, hükümet meselesi başkadır.

Teknik adamlar başka oluyor vesselam.

Süleyman Bey'in asıl istediği CHP- MSP ortaklığının sürüp gitmesiydi. Olmadı, çaktı durumu Karaoğlan. Beyin takımından Turan Güneş öyle dedi bir gün:

- Salma deve, gelmez eve.

Açıklaması: Ne yapacaksanız, kurallarına uygun olacak. Biçiminde de, özünde de demokrasiden uzaklaşmayacaksınız.

Belki de Turan Güneş'e bundan kızıyorlar. Ecevit'i yalnız bırakmıyor diye.

Yugoslav Elçiliği'nin kokteylinde önceki akşam, Ecevit de varmış, ben göremedim. Turan Güneş, Deniz Baykal, Haluk Ülman, Ahmet Yüceok ordaydılar ama. Sonra toplu ayrıldılar. Beyin takım, elbette birşeyler düşünüp tartışacaklar. Ne kadar kalabalıktı Yugoslavların kokteyli. Ulusal günleri, bayramlar, elbet. Orada, Necdet Uğur'la, Suphi Karaman'la, Cihat Bilgehan'la uzun uzun söyleştik, konuştuk.

Prof. Sadun Aren'in "Pazar Yazıları"nı okuyorsunuzdur. Ama Sa- dun Bey'le konuşmak, yazılarını okumak kadar hatta daha fazla hoşu­ma gider. Anlatıyordum Sadun Bey'e:

-     Türkiye'de havanın bulanıklığından komandolar, kurtlar yararlan­mak istiyorlar. Hükümetlerin cılız oluşu, onlara yarıyor. Bir de komando kafalı bakanlar oldu mu, kaygı duyuyor insan gelişmelerden.

Sadun Bey, Pazar yazısını getirmişti Büro'ya. Gelen Yeniortam okurlarına tanıştırdım onu. Nasıl sevindi okurlar. Güzelce özetledi be­nim demek istediğimi:

-    Hem, kuzu niye sevsin bulanık havayı?

Sağlık Bakanı Kemal Demir, Haydarpaşa Hastanesi’nin bodrum dip­lerinde ölüme bırakılmış Yusuf Küpeli'yle ilgilenmiş. Ancak, bana yanlış aktarılmış. Yusuf Küpeli, Haydarpaşa'daki sivil hastanede değil asken hastanede imiş. Sağlık Müdürü, Haydarpaşa Askerî Hastanesinde yat­tığını saptatıp durumu bakana bildirmişler. İlgisinden dolayı Kemal Demir'e teşekkür ettim ama, durum yine düzelmiş olmadı ki. Kim sorumlu­dur Haydarpaşa Askerî Hastanesi'nden? Millî Savunma Bakanı İlhamı Sancar mı? Genelkurmay Başkanı Sancar Paşa mı? Onların ilgilerini bekleyeceğim şimdi. Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nin bodrum diple­rinde, ölüme hükümlü de olsa ölüme bırakılamaz kimse.

(30 Kasım 1974)