On yıldan fazla ağır hapis cezasına hükümlü, ekonomi profesörü Sadun Aren, yatağının üstüne yerleştirdiği tahta sandık üzerinde kaç yı dır çalıştığı Elli Yılda Türk Ekonomisi" kitabını bitirdi, bitirecek. Gün ışıdı, ışıyacak. Şimdi kalkar arkadaşlar yavaş yavaş. Sadun Bey, soğukların artması üzerine volta süresini biraz kısalttı. Koalisyon ne olacak acaba. Nasıl olacak? İyi şeyler düşünmeli, iyimser olmalı hükümlüler içerde...
Şaban Erik kalkar kalkmaz, battaniyesinin üstünde biriken oldukça iri çimento tozlarına bakmış olmalı. İki parmağıyla fiskeledi çimento tozlarını. Havalandı tozlar… Bütün gece ciğerlerine dolmuştu tozlar kim bilir? Niğde Cezaevi, yeni bir yapı ya, kim yapmış bunu böyle. Yemekhanesi nasıl soğuk. Soğukluğu bir yana, üstünde yemek yenen masalar betondan ve betona -yere- bitişik. Oturulacak sandalyeler yerine de beton dökülmüş. Niye? Efendim, hükümlüler sandalyeleri kaptıkları gibi birbirlerinin üstüne fırlatmasın diyedir, ne bileyim... Ama soğuklarda beton üstüne oturup, beton masada yemek yemeyenler bilmez zorluğunu, nerden bilecek?
Ama, yine de rahat olmaları gerek, Mamak'taki tutukevine göre. Önce her sabah erkenden kalkıp -sıkıyönetim döneminde tutuklular er sayılıyor ya- eğitim yapma yok. Olur, olmaz hakaret yok
-Hey, Sadun, ulan gel buraya. Seni komutan çağırıyor...
Sadun Bey, yıllar yılı genç yetiştirmiş, eğitmiştir. Kendisine böyle seslenen köylü çocuğunun dediklerine aldırmaz, ağır ağır yürür Çağırana doğru gider.
Bunu duyanların ağrına gitmektedir. Bir hükümlü sorar:
-Sizin köyde, babası yaşındaki insanlara böyle mi hitap ederler?
Sadun Aren, 1965-1969 arasında TİP milletvekiliydi. Karşı partilerden milletvekilleri, senatörler, sözlerine "Sayın Aren..." diye başlarlar, öyle konuşurlardı. Hepsi için de durum aynıydı...
Tutukevlerinde yedikleri dayaklar ve tekmeler yüzünden vücutça sakat kalanları da okuruz ileride ne bileyim?
Böyle birinin -Osman Arkış'ın- babasının, birkaç gün önce Cumhuriyette mektubu vardı. Çocuk, gözünü mü kaybetmiş dayaktan. Herhalde ilgililer, ilgileneceklerdir bu mektupla. Gerekeni yapacaklardır.
Niğde Cezaevi'nde sadece eski TİP'liler yoktur. Orada İstanbul dan gelen Necmi Demir, Kâmil Dede, Deniz Gezmişin arkadaşlar. Mete Ertekin, Abdullah Geceoğlu -hiç birini tanımam, adlarından biliyorum, herkes gibi- Attilâ Keskin ve daha başkaları da var. Koğuşları ayrı onların. Belki havalandırmaya, ya da hamama giderken görebilirler tanıdıklarını.
Eski TİP'liler havalandırmada kendi aralarında yarışmalı sporlar bile yapıyorlar mıymış? Hepsinin bir tarafı yaralanmış, berelenmiştir anlaşılan...
Adapazarı Cezaevi’nde Behice Boranla Emel Mescı var. Behice Boran'ı iyi tanıyorum ama, Emel Mesci'yi hiç görmedim. İstanbul da hüküm giyip, Adapazarı'na nakledilmiş siyasîlerden, Adalet Bakanı Mumcuoğlu Behice Boran’ın ayrı odaya alınması için, emir verecekti yetkililere . İstanbul'da yatmakta olan Çetin Altan'.n gözlerinin gerekirse Avrupa'da iyileşmesi için her şeyi yapacağını söylemişti. Gazetelerde okuyorum, yok daha bir gelişme.
Af çalışmaları ne olacak, bu koalisyon hengâmesinde? Kimsenin içerdekileri ve onların özgürlüklerine kavuşmalarını düşündüğü yok mu?Af konusunda gerçekçi olanların tereddütleri, endişeleri mi haklı? Ben mi düş görüyorum yoksa? Hep ortamı öne süre sure ne büyük adlı yanlışlıklar, haksızlıklar yapıldı.
Bu yazıyı, bir tutuklular, hükümlüler kronolojisi çıkarmak için yazmadım. Elli yıla, şöyle ya da böyle girdik. Ama elli yılı geçirdik de, yüzüncü yıla doğru gidiyoruz...
Rüzgârı ters yöne estirebilir misiniz?
Cezaevlerinde rüzgârlar taşıyor, çimento tozlarını. Birkaç saatte gözle görülecek bir beyazlık kaplıyor yatakların üstündeki battaniyeleri. Şaban Bey, iki parmağıyla fiskeliyor bu tozları, havalandırıyor.
Yalnız o mu, onlar mı? Koca bir gençlik öyle girdi, öyle çıkıyor ellinci yıldan…
13 Kasım 1973