Sait Çiltaş'la buluştuk. Mülkiyeliler Birliği'nde. Sonra birlikte Prof. Sadun Aren'e gittik. Uzun süre oturup konuştuk. Sait Çiltaş'ı da Sadun Aren'i de yıllardır ilk kez görüyordum. Cezaevi yaramış desem yeri Sadun Bey'e. Profesör değil asistan dinçliğinde. Konuşuyoruz.
- Doğrusu, zamanı nasıl değerlendireceğimi planlıyorum. Dışarı çıkıp gezsem mi, eşe dosta ziyarete mi gitsem. Herşeyi yapabilirim. Fakat, bu kadar şeyden hangi birini yapmalı?
Sonra evde de volta atılamıyormuş...
Bıyık bırakmış her biri...
Yavaş yavaş uyacaklar sanıyorum, eski yaşantılarına. Hüseyin Er- gün içeri girerken açtığı "1971 kırtasiye" dükkânına dönüp başlamış bile. İçeri girerken değil de, bir ara serbest bırakıldıklarında mı açmıştı "1971 kitap kırtasiye evi"ni iyi kalmamış aklımda.
Bal gibi oluyormuş görüyorsunuz. Af çıkabiliyor, içerdekiler büyük çoğunluğu ile özgürlüklerine kavuşabiliyorlarmış. Hem öyle, McCarthycilerin öne sürdükleri gibi şeyler de olmuyormuş. İnsanlar daha bir rahat, huzur içinde olabiliyorlarmış.
İçerde, daha bir yetmiş seksen siyasal hükümlü ya da tutuklu kaldı kalmadı. Kalanlar, ölesiye hapis cezasına çarptırılanlar hemen hemen. Ne yapılıp, edilip onları da özgürlüklerine kavuşturmanın çabasını göstermeli bence. Bunca olayın sorumlusu yıllarca dışarlarda gezdi tozdu da, haksız yere yatırıldı bunca insan. Bazıları çıktı, geriye kalan yetmiş- seksen kişiye mi yüklenmiş olacak yani sorumluluklar!? Süleyman Bey dışarda, bir Nihat Bey dışarda, bir Çağlayangil dışarda da, örneğin İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi öğrencisi Kadriye Deniz Özen, bir İlkay Demir, bir Necmi Demir, daha adlarını bilmediğim birçok genç içeride. Yok böyle şey!!!
Ancak, günü, zamanı mıdır? Bir süre bekleyerek durmalı değil miyim bu konunun üstünde diye düşünüyorum kendi kendime. Fakat, "Hele biraz daha yatsınlar" demek, kolay mı?
Bu Meclisten bu af çıkar mı? Af denemesinin birinci bölümünün ne güçlükler çıkardığını görmedim mi?
Af çıkasıya, içerde kalanlar için bazı rahatlatıcı uygulamalara geçilebilir. Adalet Bakanlığı, içerdekileri bir cezaevine toplayıp yakınları ile görüşmelerini kolaylaştırabilir. Görüşme saatlerini uzatabilir. Mektuplarını zamanında iletebilir.
"Ankara Notları"nda Giresun'da yatan Kadriye Deniz Özen'le ilgili olarak yazdığıma, Giresun Cezaevi Müdürü karşılık verdi. Ben, Giresunluların götürdükleri kitapları hükümlüye vermesi gerektiğini yazmış, "Aydın bir genç kız Tahir ile Zühre'yi okuyacak değil ya" demiştim. Karşılık veriyor Cezaevi Müdürü:
- Yapılan incelemede, kitaplar arasında Tahir İle Zühre'ye rastlanmamıştır.
Bir akşam vakti, Kadriye Deniz Özen, Müdürlüğe çağrılmış. Bütün kitaplarını da getirmesi istenmiştir. Yazının yayınlandığı Yeniortam, cezaevine sokulmadığından Kadriye Deniz Özen, yapılan işlemlerden birşey anlıyamamış olmalıdır. Tam kitapların tutanağı yapılıp, imza artırılacağı sırada yazıya nedense "bir şikâyetim yoktur" cümlesi eklenip imza öyle alınmıştır.
Cezaevi Müdürü bir devlet görevlisidir. Görevini yaparken, hükümlülere insanca davranma zorundadır. Yakınlarıyla görüştürürken, yangından mal kaçırır gibi davranmayacaktır. Hem, birşey söyleyeyim mi, dönem de değişmiştir. Öyle artık, Erim uygulamaları, Melen uygulamaları, Talu uygulamaları gerilerde kalmış, tarihe gömülmüştür.
★
İçerden çıkanlar da, içerde yatanlar da ilgilidirler Türkiye'nin içinde bulunduğu sorunlarla. Yaşlı Anadolu kadınları dağa ellerinde radyo ile gidiyorlar, biliyor musunuz? Kıbrıs'ta durum nedir, Cenevre'de neler olmaktadır? Kamuoyu, çok şeyi yeni yeni öğreniyor. Kimlerin Kıbrıs Çıkartması'na karşı olduğunu, neden birdenbire günümüzün elli yıl gerilere düşüverdiğini, yavaş yavaş satırların arasından bulup çıkaracak, anlayacaktı. Dışişleri Bakanı Prof. Turan Güneş'le, "Canım o da ciddî değil ki" diye dalga geçmek isteyenler, hemen rota değiştireceklerdir. En başarılı biçimde yürütmekteydi gerçekte görüşmeleri Turan Güneş. Haluk Ülman'ın da bir uzman olarak Cenevre'de bulunuşunu azımsamamak, küçümsememek gerek.
Kıbrıs Çıkartması'ndan bir gece önce, televizyonda bir açık oturum yayınlanmıştı. Açıkoturuma, CHP'den Haluk Ülman, AP'den Çağlayan- gil katılmışlar, açık oturumu Mehmet Barlas yönetmişti. Çağlayangil bir ara şöyle dedi:
- Halen bir buhranın içinde bulunmaktayız. (Kıta sahanlığı konusunu kastediyor herhalde.) Kıbrıs Çıkartması da bir buhran yaratacaktır. Bir buhran ikinci buhranla halledilemez. Şimdiden masaya oturmak gerekir.
Süleyman Bey de, Bülent Bey'e "Amerika ne der, aman..." gibisine karşı çıkacaktı. Süleyman Bey'in başka söylediklerini herhalde daha geniş yazacağız.
Galiba ertesi günü Kıbrıs Çıkartması başladı, işte, bu olayı gazetelerde okuyan, Mersinli bir kasap eline satırı alıp bileğini gösterdi:
- Aslında, yıllarca AP'ye oy veren bu bileği kesmek gerek. Yıllarca adamı nelerle, nelerle suçladık. Onurumuzu o kurtardı...
Bence AP'li kasap kesmesin bileğini. Bilinçlenmiş olması, gerçekleri görmesi yeter...
(11 Ağustos 1974)