İçerde Ne Var Ne Yok

"Mapusane notları" yazmak istedim bugün. Dışardan, demir parmaklıkların arkasında olanları...

Bir Ankara Notları'nda Adapazarı Cezaevi'nde kalan Behice Boran'dan söz ederken, aynı koğuşta kalan A. Ayşe Emel Mesci'yi de anmış, kendisini gazetelerden tanıdığımı yazmıştım. Görmedim gerçekten, bir sinema ve tiyatro oyuncusu olduğu kadar başarılı bir ressammış da. İki yıl, üç aydır çok sevdiği sanatından, anasından, babasından uzak Adapazarı Cezaevi'nde. Orda -kimseye yük olmamak için- seramik taklidi kolyeler yapıyor, sık sık kendini yoklayan romatizma ağrılarına dayanmaya çalışıyor. Cezaevinde okuma-yazma bilmeyen kadınlara okuma öğretmek başlıca uğraşı. Güz geldi, geçti. Cezaevinde parmaklıklar arasından gözüken Adapazarı'nın ağaçları tablolarda çıplak olmalıdır. Filmden kesilmiş gibi minnacık tablonun ortasındaki kızıllık güneş yumağı... Tiyatro sahnesinde de güneşi görmediğinden yakınırdı Emel Mesci, provalar, arkasından oyunlar... "Dışarda havalar nasıl?" diye sorardı o da arkadaşları gibi. Balede oldukça başarılıydı demek. 1971’de, Şehir Tiyatrolarında oynadığı "Didar" rolünden dolayı arkadaşları "Çarpık bacaklı balerin" adını takmışlardı. 1969'da Kıbrıs'a yaptığı bir gezide, orada çıkan "Bozkurt" gazetesi muhabirine şunları söylemiş:

"Sinemayı yeterli bulmuyorum bugünkü durumu ile.. Ama şüphesiz ki, umut vaad eden bir gelişim içinde, Kıbrıs'a gelmeden önce 7 Adım Sonra adlı bir film çevirdim. Bu filmde Uğur Güçlü ve Erol Taşla oynadım. Sinemada beğendiğim oyuncuları sorarsanız dört isim sayarım size: Yılmaz Güney, Muhterem Nur, Erol Taş ve Sadri Alışık."

Oyun yazarları içinde de Necati Cumalı, Haldun Taner ve Güngör Dilmen'i beğenmiyormuş o zaman...

Adalet Bakanı Mumcuoğlu, Adapazarı Cezaevi'nde yatan 15 yıla hükümlü Behice Boran'ı cezaevi içinde -belki az çok- rahat çalışabileceği bir ayrı odaya aldırdı. Orada tercümelerini yapabilecek, kitaplarını, dergilerini okuyabilecek belki... Cezaevi yetkilileri, bir de görüşme hücresine bir tabure yahut sandalye koysalar. Bir mahkûmun hele 65 yaşındaki bir mahkûmun ayakta görüşmecileriyle konuşması, kolay değildir de…

Gördüğü işkenceler, önce "Ortam" dergisinde, sonra “Yeniortam"da yayınlanan Kadriye Denizözen, cezası kesinleştikten sonra Karadeniz kıyısında Giresun'a nakledilmişti. Orada Kadriye Denizözen'in dünya ile ilgisi kesildi gibi bir şey. Gördüğü işkencelerden bir süre sol kolu felç olmuştu. Kadriye, Giresun'da halı atelyesinde çalıştırılıyor. Kendisi Güzel Sanatlar Akademisi'ndeydi ya önceleri: Çizmezse falaka ile ve hücre cezası ile mi tehdit ediliyor? Ne hakla? Ortaçağ düzeninde çalıştırma, cezan kesinleştikten sonra, hangi yasa maddesine, hangi yönetmeliğe uyuyor? Adalet Bakam'nın, Kadriye Denizözen'in durumuyla da ilgilenmesini diliyorum.

İlkay Demir de Amasya'da.

Duruşmaları sırasında adlarını gazetelerde okuduğumuz bu insanları unutup gitmişiz...

Tutukevleri, cezaevleri dolu daha. Arada bir serbest bırakmalar, tutukevlerinde yeniden dayak olayları... Yeni hükümetin kurulacağı haberlerinin hükümlülerde yarattığı olumlu izler, gecikmelerin getirdiği karamsarlıklar. Neler tartışılıyordur aralarında?

Niğde Cezaevi'nde dört yıl parlamentoda sosyalist bir partinin temsilcileri olarak iktidara kök söktürmüş, gerçek demokrasiye gönülden inanmış insanlar neler tartışıyorlar oralarında? Arada bir, aynı Anayasa Mahkemesince kapatılmış MNP'nin yeni MSP'nin Genel Başkanı Erbakan'ın koalisyon girişimleri de geliyor mudur hatırlarına? Bence, demokrasinin olduğu ülkelerde sosyalist partiler vardır. Hatta, demokrasi olan ülkelerde komünist partner de vardır. Demokrasi olan yerde düşünceler serbestçe söylenir çünkü...

Kızı aylardır tutukevinde olan bir anne, İstanbul'dan, Fatih'ten yolladı mektupta şunları yazıyor:

Yavrularımıza hunharca işkence yapanlara insan demeyeceğim, bunlar başka dünyalardan gelen, bizim toplumumuzla ilişkisi olmayan korkunç birer yaratık tipleri... Bir ana, baba ki, gecesini gündüzüne katmış, yavrusunu büyütmek, yetiştirmek için güzel gençlik yıllarını yitirmiş, tüm umutlarını ona bağlamış... Gecenin bir vaktinde kapın çalınır, geleni hayırlı bir konuk sanır, koşar açarsın. Karşına gelenler, senin bütün varlığını, yuvandan koparır, götürür. Arkasından boynunu büker, bakarsın. Ana, baba, ev halkı şaşkın şaşkın bakakalır, ama içlerinde bir duygu vardır ki, tüm üzüntüleri, kaygıları bastıran bir duygu; "güven duygusu". Gelenler, devlet babanın kollarıdır. Namusumuz, evlâdımız, hatta tümü ile bütün toplumumuzun her türlü sorumluluğu onlara emanet edilmiştir. Bunda korkacak, üzülecek ne var?

Meğer madalyonun ters tarafı varmış. Giden yavrunun arkasından günlerce haber alamazsın, sağ mı, öldü mü? Geride kalanlar ana baba mı, yoksa bitki mi?

Gözünün önüne biricik yavrunun işkence tezgâhındaki mazlum hayali gelir. Çıldırırsın. Kapıyı, duvarı yumruklar, tekmelersin. İlâçlar içer, sakinleşmeye çalışırsın. Bu da ananın babanın işkencesi...

Bunları yapanlar, yaptıranlar kimlerdir? Yasa dışı, insanlık dışı, medeniyet dışı bu işlemlerin anlamı nedir? Toplumun güvenini, saygısını yitirenler ortaya çıkarılmalıdır..."

Mektuplar ne kadar çoğaldı? En iyisi onları, hükümet kurulunca yayınlamak...

23 Kasım 1973