27 Mayıs Devrimi'nin üstünden 14 yıl geçmiş. 27 Mayıs'ı yazmak istiyorum. Sorduklarım, düşüncelerini tek cümleyle açıklıyorlardı:
- Neyini yazacaksın 27 Mayıs'ın, ne kaldı ki?
27 Mayıs sabaha karşı şapkamı göğe fırlattığımı düşündüm. O zaman Vatan Gazetesi'nin Ankara bürosunda muhabirim. Muhabirlikte yeni olduğum yıllar. Sokağa çıkamadım, basın kartım da yok: Kaldığım otelde çakıldım kaldım. Vatan'ın Ankara Temsilcisi Erol Ülgen'di. Telefon üstüne telefon bana:
- Acele gel. Bak, herkes İsmet Paşa'nın evine gidiyor. Arka yollardan dolaş, gazeteci olduğunu anlatamazsan. Ama, kesin gel...
- Ben gazeteciliği bırakıyorum...
- Niye?
- Gazeteciliğin gerekli olduğunu sanmıyorum bundan sonra... *
- Sen deli misin? Asıl bundan sonra gazetecilik yapılacak...
Gerçekten de işi bıraktım. On-onbeş gün dolaştım sağda, solda. Özgürlüğü, esen yeni soluğu yaşamaya çalıştım.
Onbeş gün sonra döndüm gazeteye. Meğer, "o gazeteciliği bırakamaz, nasıl olsa döner, gelir" diye onbeş gün izinli saymışlar...
27 Mayıs öncesini yaşamışız. Bana duyurmuyorlar, sonradan öğreniyorum. Emniyet müdürlerinden Niyazi Bicioğlu -şimdi vali sanıyorum- Vatan'a arkadaşım Erol'a gelmiş:
- Söyleyin Mustafa'ya, sokaklarda dolaşmasın. Kalabalık arasında görürsek, götüreceğiz emniyete. Bak ant içiyorum..
Erol'a sordum:
- Peki, olayları nasıl izleyeceğim?
- Çık apartman katlarından birine, oralardan izle. Seni götürecekler. Benden -söylemesi...
Sokaklarda yürüyüşler, ıslıkla "Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu" marşları. Ben söz dinlerim, bir gün bir apartmana çıktım, kapıyı çaldım. Kapıyı açan bayana durumu anlattım. Bana izin verdi, pencereden dışarıyı seyrettim. Ama baktım tatsız bir gazetecilik. Gazeteci olayların içinde olmalı öyle ya. Harbiye yürüyüşünden sonra polis de karışamadı artık.
27 Mayıs'ı ben yapmadım. Yapanların çoğu, kendi aralarında görüş ayrılıklarına düştüler. 27 Mayıs sabahı herkes nasıl 27 Mayısçı kesildiyse, ondan sonra onu bir yerinden kemirenler, yontanlar da çoğaldı. Süleyman Bey, 27 Mayıs'ta yurt dışındaymış, yurda döndükten sonra Milli Birlik Komitesi buyruğunda çalıştığını sonradan duymuş, yazmıştım. Ancak varlığını 27 Mayıs'a karşı gözükmekle sürdürebilirdi. Onu da gördüm, 27 Mayıs öncesinde Devlet Su İşleri Genel Müdürü'ydü. Ben de yeni öğrendim. Devlet Şu İşlerinde, o zamanlar "şiir günleri" düzenlermiş, kendisi de okur muydu onu öğrenemedim. Münis Faik Ozansoy filân gelir şiir okurlarmış. Herhalde, bir şeye benzer günler olmasa gerek... Menderes tanır mıydı Süleyman Bey'i acaba? Pek sanmam. Espri yollu anlatırlar: Tevfik ileri, gezilerde yanında götürür, "Başla Süleyman" der, o da barajlarda ne kadar su toplanacağını başlarmış anlatmağa... Belki, Menderes de varsa orada takılırdı ne bileyim:
- Atma Süleyman...
Bence 27 Mayıs, kafalarda bir uyanış, ileriye bakış günüdür. 27 Mayıs'ı değerlendirecekler, 27 Mayıs öncesi yaşantısını gözönünde tutma zorundalar.
Bir de işin askerleri ilgilendiren yönü vardır. Hiç unutmam, Bulvar Palas Oteli'nin salonunda, o zamanın Milli Birlik Komitesi üyelerinden Muzaffer Özdağ ile, o zamanki genç CHP'li Bülent Ecevit arasında bir konuşmayı dinlemiştim. Bayağı atışmışlardı. Ecevit'in konuşmasının özünü demokrasiyi savunma kapsıyordu. Ecevit, bu çizgiyi hep sürdürdü.
27 Mayıs Anayasası, sola, sosyalizme açık bir Anayasadır. Kuşa çevrile çevrile elimizde kalan bile uygulandığında nasıl soluğumuz genişliyor...
27 Mayıs üstüne yazı yazmak istediğim bir sırada aldım Hüseyin Ergün'ün mektubunu. Niğde Cezaevinden gelen mektubun geniş özetini vermek istiyorum:
... Biz sosyalistler, ulusal bağımsızlığın en bilinçli savunucularıyız. Bugün üzerimizde yoğunlaşan baskıların bir nedeni de, ulusal bağımsızlık konusundaki ödün vermez tutumumuzdur. Bunun için, böyle ulusal bağımsızlığımızın elde ediliş mücadelesinin önemli günlerini simgeleyen bayramları, herkes unutsa bile bizim kutlamamız, herkese anımsatmamız gerekir. Biz toplumumuzdaki bütün olumlu gelişmelerin, kazançların mirasçılarıyız. Bu azançları tarihin akışı doğrultusunda daha da ileri götürmenin mücadelesini veriyoruz. Bu nedenle, 19 Mayıs'ı da, 23 Nisan'ı da, 30 Ağustos'u da, 29 Ekim'i de herkesten önce biz kutlarız. Bu günlerin gerçek değerlerini en iyi biz biliriz. 27 Mayıs'ı da öyle. Demokrasi ve özgürlük mücadelesindeki bu önemli uğrağın, tarihimiz içindeki yerini bizden daha iyi kimsenin değerlendiremeyeceğine inanıyoruz. İçerde olmak, baskılar altında olmak, özgürlüklerimizin kısıtlanmış olması, biz sosyalistler için, bağımsızlık ve demokrasi günlerini daha büyük coşkuyla anmamız için bir neden olabilir ancak...
Biz sosyalistler, tutumumuzu, gericilerin bize karşı uyguladıkları zulüme karşılık vermek esasına hiç bir zaman dayandırmayız, dayandırmayacağız. Biz barışı, özgürlüğü getirmek istiyoruz. Bütün davranışlarımızı buna yarayacak doğrultuda ayarlayacağız. Bu, romantik bir dilek değildir. Sosyalist toplumu, en iyi şekilde, en kısa zamanda, en zahmetsiz şekilde, iç mücadelesini barış içinde yürüten bir toplumda kurabileceğimizi biliyoruz. Bunun için de, bugün olduğu gibi, yarın iktidara geldiğimizde de, yumuşamadan yana olacağız. Toplumsal, siyasal mücadelesini barışçı düzlemlerde yürütmek yolunu seçenlere, en geniş özgürlükleri tanımaktan korkmayacağız. Siyaset yaptı, düşüncesini söyledi diye insanlar ömür boyu hapis cezalarına çarptırılmayacaklardır, bizim iktidarımızda. Kişisel bir kavga yürütmüyoruz. Toplumsal gerginliklerin sosyalist düzeni kurmada güçlükler doğuracağının bilincindeyiz. Dünyanın gelişiminin sosyalizmin barışçı yoldan kurulmasına gittikçe daha çok olanak verdiğini görüyoruz... Zalimlerin gözlerinin içine baka baka, onlara rağmen, özgür bir dünya kuracağız.
Çıkışımızı bir süre geciktirdiler. 14 Mayıs gecesi kazandıkları zafer, gericilere hayır getirmeyecektir. Tersine, ülkemizdeki özgürlük meşalesinin alevini daha da güçlendirecektir. Bu alevin demir parmaklıkları kısa zamanda eriterek, bizi özgürlüğümüze kavuşturacağına hiç kuşkum yok.
Selâm, saygı ve başarı dileklerimi iletiyorum. Uğur'a çok selâm.
Hüseyin Ergün
(27 Mayıs 1974)