Anne, Lolisler...

Zekiye Hanım, Huriser Hanım’ın omuz basından, saksının üzerindekini gördü. Gözleri ağararak, haberdar etti:

-Huriser, sakın korkma, arkanda fare var...

Huriser Hanım, anlamadı anlaşılan, "Arkanda böcek var" diye duymuştu. Bir şöyle, geri dönüp yan gözle baktı, önce bir şey göremedi. Zekiye Hanım'ın gözleri fal taşı gibi açılmış, öyle bakıyor, fakat kalp hastası Huriser Hanım'ı korkutmamak için yerinden kıpırdamıyordu. Eylem, uzun koltuğun üzerinde oturmuş, zevkle fareyi seyrediyordu.

Huriser Hanım, bir daha geri bakmasıyla çığlığı bastı ve yerinden fırladı. Zekiye Hanım da arkasından. Eylem yerinden kıpırdamıyor, işaretle dışarı çağrılara da karşılık vermiyordu.

-Gel Eylem dışarı, fare var...

-Olmaz, ben Miki Maus'u seyredicem... Eylem, televizyonda gördüğünün canlısını seyretmekteydi. Annesi, çocuk fareden korkmasın diye, fareyi tatlı tatlı anlatmış, çocuk, sevimli hayvanı gördükten sonra, seyir fırsatını da yakalamıştı. Neyse yalvar yakar dışarı çıkarıldı. Bütün apartman, üst kattaki TRT'ciler alt kata inmişler, fare seyrine gelmişlerdi.

Teyzesi -Yaşar teyzesi- Eylem'e, "miki fare”li tekerlemeler söylememiş miydi?

Yer-den bitme, mum ba-cak-lı mi-ki

Bur-nu uzun dik ku-lak-lı til-ki...

Bizler çocukluğumuzda böylelerini değil, ayaklarımızı uzatıp, parmaklarımızla ayaklarımıza dokunarak,

Edin nene bedin nene,

Su-ya düş-müş gadın ne-ne...

Diye söylerdik. Daha doğrusu, gellaba-gelin abla demek-larımız böyle konuşma öğretirlerdi.

İki yaşında öğreniyor çocuklar konuşmasını şimdi. Geçen gün, Eylem yolda annesinin kulağına eğilerek, "Anne, lolisler..." demiş. Daha "polis" diyemiyor. Askere de "askes" diyor. Öğrenecek giderek. Fakat neden fısıltıyla söylemiş, "Anne lolisler" diye. Kim bilir kimden duydu:

-Filân polismiş...

-Yok canım, falana da polis dediler.

Polis bir kamu görevlisi. Bir meslek. Onun adını, gerçekte, gerçek polisler değil ama, galiba "kışkırtıcı ajan" dediklerimiz yaralıyorlar. Böyleleri çoğalınca bir toplumda, o adı onurla taşıyanlar yara alırlar Dikkat etmeli...

Evlerde yapılan aramaları, evleri arananlar bir gün yazıp, anlatırlar herhalde. Büyük yanlışlar yapıldı bu arada. Evler, çoluk çocuğun arasında didik didik edildi. Arama kararlarında, kadın çamaşırlarının ya da yastık altlarının aranacağı, bunun da geceyarısından sonra -özellikle- yapılacağı mı yazılı? Ya o götürülen kitaplar?

Arama yapanlar, çok çok yazar-çizerlerin evlerini aradıklarında ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Adamın bütün varı-yoğu kitap. Ne araşan bulunur, taşımayla bitmez ki...

Fethi Naci'nin evini aramışlar bir ara. Belki de espridir. Yer kitap, gök kitap. Bir bakmışlar ı-ıh...

-Beyefendi, siz hangi kitapları alacağımızı söyleyin de onları götürelim...

Fethi Naci deki kitaplar da -hemen hemen çoğu- imzalı, yazarının, şairinin... "Aziz Nesin'den sevgilerle...", "Kemal Tahir'den Fethi Naci ye... Hep böyle. Gazeteci Sinan Fişek -Kurthan Fişek'in amcaoğludur- kitaplara baktıktan sonra, aklına bir muziplik gelmiş, Tolstoy'un bir kitabına da "Fethi Naci'ye sevgilerle, imza Tolstoy" diye yazmak istemiş. Fakat yapmamış ve bunu Fethi Naci'ye de anlatmış. Fethi Naci:

Yapman bir şey değil, aradıklarında "Sen bu Leon Tolstoy'u nereden tanıyorsun?" diye sorarlar, o fena... demiş.

Gece yarısından sonra ve sabaha karşı arama yapmak şart mı acaba? Şıkıyönetim komutanlarının yerinde olsam, bu aramaların nasıl yapıldığını filme aldırır, bir seyrederdim. Bakalım bir daha aratırlar mı evleri?...

Ecevit'le Talû şimdilerde karşılıklı tartışıyorlar ya, bence Ecevit'in bildikleri Talû dan kat be kat fazladır. Talû bir evde arama yapanların üstüne, lâvaboda asılı çamaşırların yıkılıp, çamaşırları toplamak nezaketini gösterme nedeniyle başlarına neler geldiğini dünyada bilmiyordun Filmi olmalı ki...

Hükümetlere, onun sorumlularına düşen, eleştirilerden yararlanarak, bu dönemlerin az kaza ile, adaletsizliklere yol açmadan geçmesini sağlamaktır. Sayın Talû, sayın Satır'la görüşsün ara sıra, o da biliyor bazı şeyler...

5 Haziran 1973