İşkenceciler Aramızda Dolaşıyor...

-İşkenceyi nerede yapıyorlardı, hiç hatırlamıyor musun?

-Gözün bağlı götürüyorlar. Araba döne döne, viraj ala ala bir yere gidiyor. Bir binanın alt katı olduğu anlaşılıyor. Bana işkence yaptıkları yerden bir tren düdüğünü duyuyordum. Bir de üst katlardan caz ve şuh kadın kahkahaları geliyordu.

-Neresi olabilir bu?

-Bilmem, bir Marmara otelinin alt katı diyorlar, bir Muharebe Okulu’nda yapılıyor işkenceler diyorlar.

-İşkence yapanların yüzlerini gördün mü, gözlerin bağlı mıydı?

-Ben gördüm. Gözlerim bağlı filân değildi.

-Dışarda görsen tanırsın o halde?

-Tabii, geçenlerde birini Mülkiyeliler Birliği’nden çıkarken gördüm. Birini de Tarım Bakanlığı’nın önünde. Gördüğüm gece, sabahlara kadar uyuyamadım.

-Yakasına yapışmadın mı? “Gel buraya, bana işkence yapan sen değil misin?” demedin mi?

Güldü. Saflığıma gülmüş olmalı. “O dönemde miyiz?” gibisine.

Aramızda dolaşıyor işkenceciler…

Çoktandır görmemiştim, yakın arkadaşımdı. Fakültelerden birinde öğretim görevlisi olacak. İşkence boyunca altı kilo zayıflamış.

-Ne soruyorlarsa, verseydin cevabını. İşkence yapmazlar mıydı acaba?

-Verdim. Örneğin “Hayatını yaz” dediler. Yazdım. Üstümde bir don, gömlek var. Geldiler, “Masal yazma, hayatını yaz dedik sana be…” diye küfrettiler. Sonra işkenceye başladılar. Bir ara, kendilerine doğru söylediğimi, isterlerse Devlet Bakanı olan İlhan Öztrak’tan sorabileceklerini, onun beni tanıdığını söyledim. İlhan Öztrak’a da sunturlu bir küfür savurdular.

-İşkenceyi nasıl yapıyorlar?

-Cereyan veriyorlar. Her yerinden veriyorlar cereyanı... Cereyan verilirken çıkardığım sesten kendim de ürküyordum. Sesim, üst kattan gelen caz ve şarkı seslerine karışıp gidiyordu.

-Nerelerinden verdiler cereyanı?

-Her yerimden. Göbeğimden cereyan verdiklerinde, vücudumun havaya fırlayıp gittiğini hissediyordum. Dile anlatılamaz bu...

-Peki, ne biçim insanlar bunlar? Bunların da karıları, çolukları, çocukları yok mudur?

-Vallahi bunlar sadist, insandan başka bir şey...

İnsan, inanılmayacak şeylerle karşılaşınca, sormaktan alamıyor kendini. Bir don, gömlekle bıraktıkları aydın kişiye, gence neler yapabildiklerini nasıl anlatmalı?..

-Üstünde don, gömlek bırakıyorlar dedin...

-Evet. Bazılarına pijama da veriyorlarmış.

-Yemek?

-Yemek veriyorlar işkence safhasında ya, nasıl yiyeceksin?

Sonrasını hep biliyoruz. Baskılarla alınabilen ifadeler, sıkıyönetim mahkemelerine gönderiliyor...

"Yankı" dergisi sahibi Mehmet Ali Kışlalı'nın Başbakan Naim Talû ile yaptığı bir konuşma Yankı'nın bugün çıkacak sayısında yer alıyor. Başbakan Naim Talû, işkenceler konusuna eğilen tek Başbakan oldu. "MİT" konusundaki soruyu şöyle cevaplıyor:

-Bu iddiaları büyük bir üzüntü ile ben de okumaktayım. Ben kendi devrem hakkında açıklıkla konuşayım. İşe başladığım gün verilmiş sarih direktifim vardır. MİT kendi görevi dışında hiç bir şeyle uğraşmayacaktır. İddia edildiği gibi faaliyetler içinde olmadıklarını size kesinlikle sarahaten ifade edebilirim. Bu konuda zaten açıklama da yapacağım. MİT ile ilgili her iddia ortaya atıldığında hemen gerekli soruşturmayı yapmışmıdır. Ve MİT'in söylentilerle ilişkisi olmadığını tespit etmişimdir.

Başbakan Talû, bu sözleri CHP Genel Başkanı'nın telefonunun dinlenmesi, kışkırtıcı ajan kullanılması ile ilgili iddialara ilişkin olarak söylüyor. Talû'nun konuya, işkenceler konusuna eğilen ilk Başbakan olduğunu söyledim. Konudan elde edilecek sonuca göre, yargımızı yeniden değerlendireceğiz o zaman. Nihat Bey'le, Ferit Bey, zamanlarında olup bitenler için hep inkâr yoluna saparlardı. Talû, bunu değil, araştırma ve inceleme yolunu seçti.

Aramızda dolaşan işkencecilerden söz MİT’e gelmişken, ben de önerimi söyleyeyim. MİT, devlet içinde devlet niteliğinden çıkarılmalıdır. Vatandaşın gizli dosyalarının tutulduğu gizli yerler olmaktan çıkmalı, doğru dürüst devlet kuruluşu hâline getirilmelidir. Gelmiş geçmiş yeteneksiz ve niteliksiz bakanlar, orasını akılları sıra kullanacaklarını sanmışlar, siyasî amaçları için silâh yapmak istemişlerdir. Büyücü çırağı masalında olduğu gibi, topladıklarını dağıtmamışlar, sonra da ağızlarına, yüzlerine bulaştırıp çekip gitmişlerdir. Şimdi bir köşede “politikacı” arkasına sığınıp yazılar yazmak isteyen biri de böyledir. Gerçek sorumluların, işkenceyi yapanlar kadar, o dönemlerde görev, sorumluluk alanlar olduğu açıktır. “Benim sözüm geçmiyordu”, “Bunalımlı dönemlerden geçiyorduk” gibi özürler, devlet adamlığı iddiasında bulunanları kurtarmaz, kurtaramaz. 11’ler nasıl çekti gitti, siz de çekip gideydiniz.

Aramızda dolaşıyor işkenceciler, dikkat!…

17 Aralık 1973