Naim Bey'e Canlı Fıkralar...

Ülkenin birinde, Kazıkiçi Bostanları diye bir mahalle varmış. O mahalleye sonra -sıkıyönetim ilân edilince- bir gözaltı ve tutukevi yapılmış. Gözaltı ve tutukevinin bir bölümünde erkekler, bir başka binada da genç kızlar ve kadınlar sanık olarak tutulurmuş. Zaman zaman, kadınlar ve genç kızlar bölümünden şikâyetler olur, fakat bunlar dertlerini kimseye anlatamazlarmış. Örneğin, avukatı ile konuşmak isteyen bir bayan sanığa, "İçeride olup bitenleri anlatırsan, bak seni sakat bırakırız sonra..." bile denirmiş. Olay epeyce önce olmuş ama, bazı sanıklar, "Sizi savcılıktan istiyorlar" diye, ülkenin "gizli istihbarat örgütü"ne götürülür, orada eziyetlere uğrarlarmış.

Ülke, gerçekte dünyada insanlığı ve zayıflara davranışı ile ün yapmış bir ülkeymiş. Gelgelelim, burada olup bitenleri duyanlar, "Acaba bu ülke insanlarının tarihlere geçen ünleri yanlış mı?" diye kuşkuya düşerlermiş.

Kazıkiçi Bostanları'ndaki tutukevinde bir gün -perhizli hastalar için kullanılan- aygaz tüpü bitmiş, yenisini de yetkililer bir türlü almıyorlarmış. Perhizli hastaların yüzleri sararıp solmağa başlamış, çünkü aygaz tüpünden yararlanarak patates, taze sebze, haşlama, yumurta, haşlayıp yeme olanağı varmış. Bu bile yapılamaz olmuş... Bir gazeteci bunu mesele yapıp yazmış, kimse "bana mısın?" dememiş. Yer yer hasta sanıklar yetkililere baş vuracak olmuşlar:

Aygaz tüpünü yenileyin lütfen, açlıktan öleceğiz.

-Ziyaretçilerinize söyleyin getirsinler yenisini...

-Ama, bizim ziyaretçimiz yok. Hem şimdiye kadar, siz boşalınca yeniliyordunuz?

-O eskidendi, usul değişti şimdi.

Kısa bir süre sonra, yine sanıklara "Sizi savcılık istiyor" diye gelmiş kadın polisler, "Yaaaa, bizi yine istihbarat örgütüne götüreceksiniz" diye gitmek istememişler, haydi bakalım yeni bir sorun daha... Analar, babalar olayı haber alıp, ülkenin cumhurbaşkanına çıkmağa karar vermişler. Bir dilekçe hazırlayıp vermişler de...

Ama, ülkenin basını ağzı bantlı gibi seyirci kalıyormuş olup bitenlere, haksızlıklara, eziyetlere. Konuşamıyorlarmış da...

Yine ülkenin birinde, kocaman bir "Gima" varmış. Orada ne istersen bulunurmuş.

Bir gün, Gima’ya bir adam gelmiş, satıcı kıza:

-Muhmmmbmmmm istiyorum demiş..

-Ne istiyorsunuz?

-Muhmmmbmmm..

Satıcı kız bir daha tekrarlatmış ama anlayamamış adamın ne istediğini. Şefini çağırmış, şefi de anlayamamış, sonunda Gima'nın müdürünü çağırmışlar, genel müdür çağrılmış, soruyorlarmış:

-Ne istiyorsun kardeşim?

-Muhmmmbmmm...

-Allah, Allah, demişler, kendi dillerinde...

Birinin aklına gelmiş.

-Yahu bizim odacı biraz pepedir, belki o anlar, onu çağıralım...

Odacı gelmiş, sormuş:

-Ne istiyorsunuz?

-Muhmmmbmmm...

-Peki...

demiş çıkmış odacı. Biraz sonra elinde bir paketle gelmiş, vermiş adama. "Borcunuz da şu kadar" demiş, herkesin faltaşı gibi açılmış gözleri önünde.

Bütün Gima'dakiler merakla sormuşlar odacıya:

-Neymiş istediği?

Odacı karşılık vermiş:

-Muhmmmbmmm...

Ülkenin birinde, taaa eskiden askerî bir birlik bir köyün yakınında ordugâh kurmuş. Köyün ileri gelenleri birliğin komutanını ziyarete gelmişler, yanlarında getirdikleri kafes içindeki kekliği de komutana armağan etmekmiş amaçları. Komutan bu kekliğin özelliği ne ki, bana armağan edersiniz, diye sorar.

Bunun üzerine köylülerden biri, "Paşam, bu kafes içindeki kekliği alır dağa çıkarız. Uygun bir yere yerleştirir, biz de elimizde tüfekler çevresine gizleniriz. Keklik ötmeğe başlar. Öten kekliğin sesine öbürleri gelir. Keklikler çoğalınca pusudaki avcılar tüfeklerini ateşler, kolaylıkla keklikleri avlarlar..." diye anlatır.

Komutan, kekliğin marifetlerini dinledikten sonra suratını asar, kafesteki kekliği çıkarıp bacaklarından tutar ikiye ayırır. Ölüsünü köylülerin üzerine atar ve şöyle der:

-Kendi hemcinslerinin felâketi için başkalarına âlet olan, uşaklık eden yaratıkların sonu, cezası budur. Alın, hediyenizi gidin...

Kıssadan hisse: Ülkede bu fıkra çok tutmuş. Ve o ülkede kışkırtıcı ajan kalmamış...

22 Haziran 1973