CIA Ajanları Arasında...

Hiç bir yerde böylesini görmedim desem yeri. Tam karşıdaki sarışın, göğsünü nasıl da açabildiği kadar açmış, galiba sol memesi, sansürün sınırlarına girdi girecek...

-Karşıdaki kadını görüyor musun, gel şurdan bakalım, bizimkiler görmeden...

-Heeeey, o tarafa gitmek yok, kadına bakacaksınız değil mi?

-Vallahi deği, birer viski alacağız.

-Hayır olmaz, vallahi, zaten hep bakıyorsun...

-Aşkolsun...

- Yaaaa, hadi hadi...

Oradakilerin bir grubu diyelim, zaten bir geniş açı yapmışlar, kadının memelerini iyice görebilmek için. Fakat mümkün mü? Amerikalı olacak herhalde. Böylesine naylon biçimi sarışın olmaz bizde pek.

İşte, zenciler de geldi. "Kara inciler“e ilgi arttı toplulukta. Önceki akşam, Amerikan Elçisi'nin saray gibi evinde verdiği kokteyldeyiz. Türk az, birkaç gazeteci, sanatçı o kadar. Politikacılar ya çağrılmadılar, ya da işleri çok bugünler. Amerikalı "beşinci boyut" sanatçıları Ankara'da konser verdiler ya, onlar için düzenlenmişti gece. O, memeleri sansüre yakın bayan da onun için oradaydı.

-Cips çok nefis, Amerika'dan gelmiş anlaşılan...

Patatesin Amerika'dan geleni de nesi? Eh fena değil.

-Amerikan danası kesmemişler bu sefer bak. Karides fena değil amma...

Ben verilen konsere gitmedim. Dinliyemedim "Kara inci"leri, yani zencileri. Belki, İstanbul'a gitmeden dinlerim. Belki o da olmaz. Türkler, yani bizler ilgiyle baktık zencilere. Belki de, Amerika'daki ezilmişliklerini biliriz, az çok ilgimiz ondandır, ne bileyim. Belki de zenci Müslüman boksöre duyduğumuz yakınlıktan. Zenci sanatçılar da Türkiye'yi sevmiş olmalılar ki, övüp durdular. Halbuki, Washington’da otururken, umurlarında düşlerinde bile olmaz Türkiye. Bilmezler Türkiye'yi- Suriye ile Mısır'la karıştırırlar rahat. Bir türlü çıkaramazlar Türkiye'nin yerini. Beyazları da öyle, karaları da. Ezme, ezilme, bir düzen sorunu gerçekte. Kara'nın ezildiği yerde ak da ezilir; enayi ak, kara eziliyor oh ya, diye sevinir haline bakmadan... Yakından izledim bunu, Amerika kadar kendi insanına eziyet eden ülke var mı bilmiyorum ben, siz biliyor musunuz?

Tam önümüzden bir kara Amerikalı geçiyor, önünde bir beyaz. Gebe bırakmış beyaz'ı, biraz da gururla yürüyor arkasından. İçimden, "bir Amerikalı çavuş daha, al bakalım..." diyorum. Çocuğun kaç aylık olabileceğini düşünüyorum.

-Bu çavuş, Amerika'da bir beyazı gebe bırakıp böyle dolaşabilir mi?

-Anlamadım, hangi çavuş, kimi gebe bırakmış?

-Geçti, taaa şu ilerde giden...

Bir zamanlar Amerikalı çavuşlarla evlenmek moda mıydı neydi? Bir politikacının -AP'li Amerikan hayranı bir politikacının- kızı da Amerikalı çavuşla evlenmiş, gazetelerde yazılıp çizilmişti. Politikacı, bildiğime göre, gazetelerden birini mahkemeye verdi. "Benim itibarımı zedelediler" diye. Mahkeme mahkeme, duruşma duruşma, sonunda gazete beraat etti. Demek ki, Amerikalı çavuşla kızı evlendi diye yazılınca, politikacının itibarı yaralanmıyordu, neden yaralansındı?

Böyle kokteyllere politikacıları bir arada görmek için giderim çok zaman. Nihat Erim'in Başbakanlığı 12 Mart'tan sonra, Sovyet Elçiliğinde çıtlatılmamış mıydı? Bu sefer, Amerikan Elçiliğine giderken de, aklımda bunlar yok değildi, fakat bu sefer kaldırdığım taşın altı boş çıktı. Bizim politikacılar ortada yoktu çünkü.

Eline kadehini almış, -belki Amerikan Haber Merkezi'nin bir yetkilisidir- dolaşıp duruyor biri. Birbirimizi böyle kokteyllerden iyi tanır, konuşuruz. Konuşuruz dediysem, birkaç cümle...

-Ne var, ne yok?

-İyilik, sağlık...

Bir gün -yıllar önceydi- elimizde birer kadeh, karşılıklı bakışıyoruz, bana şöyle dedi:

-Bir şey söyleyin...

-Ne söyliyeyim?

-Yıkıcı bir şey olsun da ne olursa olsun...

Bak, bak espritüel de...

Önceki gün gazeteci arkadaş™ Behiç Ekşi, muzip muzip güldü...

-Konuş bakalım CIA ajanıyla, bu tesadüf zor geçer ele...

-Gerçekten CIA ajanı mıdır? Söylerim bak...

CIA ajanı nedir, kimdir, nerededir? Şurası burası bir gerçek ki elçiliklerde çalışanlar, bir çeşit resmi ajandırlar hepsi, herkes kendi ülkesinin çıkarı için yapar bir şeyler. Aldığı bilgileri oturur değerlendirirler sonra da en üst kademedeki alır bunu, göndereceği yere gönderir anlaşılan. Zaman zaman sorulur, bunlar her elçilikte olur:

-Cumhurbaşkanı kim olacak? Başbakan ne yapacak?

-Vallahi, görüyorsunuz, biz de gazetelerde yazıyoruz, siz de okuyorsunuz… Başka bir şey yok…

Kişi, çevresinin ajanlarla dolu olduğunu düşündü mü daha rahat oluyor doğrusu. Bir gün -yıllar önce- bir Amerikalı arkadaşım, şöyle demişti:

-Ben ClA'da değilim, fakat filân ClA'da...

-Yok canım? Peki, şimdi nerede?

-Varşova'ya gönderildi.

-Hatırladım, bir kuru koca-karı idi. Çatlak, çatlak sorardı:

-Seçimleri kim kazanacak dersiniz, AP mi, CHP mi?

Masum numaralar. Herhalde ölmüştür şimdiye. Zaten bir kocakarıydı. Belki de vitaminlerle yaşıyordur, ne bileyim...

9 Nisan 1973