Faşo'ların Sonu

Sabah, Çankaya'da dolmuş beklerken, koca bir yıl geçti gözümün önünden. 1975 yılını hiç sevmedim desem yeri. Ara dönemlerde, 12 Mart dönemlerinde olduğu gibi, işsiz kaldığım yıllardandı o da. Halbuki, ne umutlarla girmiştik 1975 yılına da.

Kuyruk uzamıştı, gelgelelim bomboş geçen dolmuşlar, durmuyorlar daha aşağıda ikiyüz metre ötede duruyorlardı. Biz kuyruktakiler konu­şuyorduk:

-Almaz tabii adam, niye alsın? iki yüz metre boş gidecek. Nasıl ol­sa yolcu bol...

Özel arabalılar geçiyordu, kızıyordum arabalılara. Taksilerin içine kurulup oturmuş gidenlere de. Hava nasıl soğuk?

Sosyalist ülkelerde öyle herkesin altında arabaları filân yoktur. Ço­ğunluğun yoktur da onun için. Yeni yeni ekonomik gelişmelerine göre sıraya bindirmişler, zamanı gelince gerekli parayı yatırıp, biriktirebilenler alabiliyorlar. Bizde de araba, varlıklının altında, arabacılar niye yoksul­lara da araba yapsınlar? Ne arabası, ayakkabı yapıyorlar mı? Paran yoksa ayakkabı da giyemezsin. Araba yapacağına, Beykoz fabrikaları­na kuvvet verse, çıplak ayaklı kimse kalmaz. Ama, bu anamalcı yani kapitalist düzenlerin işi değildir ki. O, bol araba yapar, çünkü araba ala­bileceklerin parası var. Bu dolmuş da durmazsa, artık iyice kızacağım haaa...

İstanbul yangını neden oldu? Kim çıkardı yangınları? Sağın söyleye­cek bir sözü olsa, bunu da komünistlerin yaptığını söyler, yayardı. Ka­muoyu kuşkular içindedir. Bu yangınlar, bu düzenin mi bir gereği aca­ba? İstanbul dedim de sermaye çevreleri sağ cepheyi niye zorluyor bu kadar? Belli ki, Süleyman Bey’i çekip gitmesini, yerini başkasına bırak­masını istiyor. İstanbul'da büyük iş adamları CHP Genel Sekreteri Or­han Eyüboğlu'yla neden ısrarla görüşmek istediler? Sermaye çevreleri, görürsünüz yakın zamanda AP'nin içine de bir kor, bir ateş atarlar:

-Yahu içinizde onurlu otuz kişi yok mu? Başkaldıramıyor musunuz bu adama?

İşte o zaman seyredin gümbürtüyü. 1950 öncesinde Demokrat Par­ti de böyle kurulmuştu, dört kişiyle hemen hemen. Süleyman Bey boşu­na "İşte asıl Demokrat Parti biziz" demesin. AP bitti artık. Yenisine ba­kalım. Geçenlerde bir eski Demokratın yakını ben "Bunlar c takımı" de­yince ne demişti?

-Ne "c" takımı yahu, bunlar "g" takımı...

1975’te olmadı. Görünüşe göre, Süleyman Bey güçlendi, toparlan­dı. Ama, AP'liler içinde de Süleyman Bey'i tutmayanlar, beğenmiyenler olduğunu, bunların çoğaldıklarını biliyordum. Süleyman Bey, karşı gö­zükenleri "Haziranda seçim”le tehdit ediyordu. Hadi CHP kuşku verdi herkese "erken seçim" sözüyle, Süleyman Bey'inki açıkça tehdit... Par­lamento kulislerinde, köşede kıyıda konuşabildiklerim -AP'liler- nasıl da yakınıyorlardı? Bunu yazdıktan sonra yanıma da kimse yaklaşmak istemez korkar ya neyse...

1976'da AP’liler bir Kurultay toplayabilirler mi, toplayamazlar mı kendilerini yenileyebilirler mi, yenileyemezler mi?

Süleyman Bey, kendi partisinde çatlama değilse de çıtlamalar var­ken, cephe ortakları ile geçinemez duruma gelmişken, neyin hesabını yapmakta? Çok kimse şöyle söylüyordu:

-Ondan kolay ne var, bir yeniden dirilişle Parlamentoda üye sayısı­nı 200'e çıkarmaya çalışmak, Bunu yapabildi mi o kendini kurtardı de­mektir...

Bütçede kesin düşecek. Ama, bütçeden önce de düşebilir. Olasılık­ların çoğu bu yönde.

Süleyman Bey, sokağım yok diye komandoları destekledi, Faşo'ları yani. Topladıklarını bir gün dağıtamaz duruma gelebileceğini düşünmiyerek. Haydi dağıtsın bakalım elindeyse. Dağıtamaz, bir site yurdunu aratamaz, bir Yıldırım Beyazıt Yurdu'nu aratamaz. Siyasal Bilgiler Fa­kültesi öğrencileri, sık sık yurtlarından alınarak Emniyete götürülürler ama. Ceplerinde jilet bile taşımayan çocuklar Emniyette geceler, aç, susuz bekletilirler ama. Yurtlar, fakülteler komandoların çadırlı karar­gâhları durumuna getirilmiştir, yanlış mı? Yayınlanan bildirilerde de "ko­mando" sözcüğünü kullanamıyanlar, adaletsizliği ikiye bölüp "karşıt gö­rüşler", karşıt gruplar" diye kurtarıyorlar durumu. Daha önceleri ben de şaşardım. Şikâyete gelen öğrencilere söyler, sorardım:

-Canım, hem komandolar azlık diyorsunuz, hem de komandolar bi­zi derse sokmuyorlar diyorsunuz, olur mu böyle şey?

-Ama, adamlar silâhlı...

-Silâhlı da olsa azlıksalar yapamazlar birşey...

Faşo'nun elinde silâh var, polis de göz yumuyor. Ne yapmaz?

Geçenlerde Ankara Tıp Fakültesi'nde oldu, iyi niyetli bazı polisler, kantine gelerek buradaki solcu öğrencileri dışarı çıkarmak ve onların '•'an güvenliğini sağlamak istediler.

-Bizi nereye götürmek istiyorsunuz? Bizim güvenliğimiz burada iyi.. Hiç değilse kalabalığız, bize kimse birşey yapamaz...

-Gelin hele gelin, dedi polisler. Onları sınıflarına götürmeye başladı­lar. Sınıfların kapıları ise komandolarca tutulmuştu...

Bu kez polisler de şaşırdılar. Ne yapacaklardı, bilemediler.

-En iyisi siz evinize gidin. Can güvenliğinizi koruyamayız sizin.

Bunlar, iyi niyetlileri, bir de faşolardan yana olanlar var, o zaman

görüyoruz olayların nasıl geliştiğini?

Bu dolmuşların duracağı yok, otobüs de gelmedi. Ya dolmuş şoförü de komandoysa? Yok canınım...

Korutürk, faşizme, faşolara çanak tutacak kişilikte, yapıda olmadığı­nı gösterdi. Anayasanın, yasaların tastamam uygulanmasından yana bunu biliyorum. Zaman zaman oyuna getirilmek istendiğini de. Süley­man Bey de, cephenin ortakları da kendi faşizan yollarında Korutürk'ü kullanamayacaklarını görüp anlamış olsalar gerek, ama nerdeeeee?..

Ecevit'i çok iyi karşılamış Korutürk, azıcık da, MSP'den yakınmış mı? Hani, MSP'liler "Korutürk bizim kararnameleri bekletiyor" lâfından ötürü alınmış mı? Eeee, ne olacaktı yani orası, Çankaya Noterliği mi?

Türkiye faşizmi kapkaranlık dönemlerini de yaşadı. O dönemlerde içeri girenlerin bazıları hâlâ çıkamadılar, özgürlüklerine kavuşamadılar. Adlarını bile unuttuğumuz, kadınlar kızlar yatıyor kıyımevlerinde. Yusuf Küpeli'nin açık mektubunu dikkatle okudum. Sayın Korutürk de okur, bir hayatı kurtarmak için girişimde bulunur mu acaba?

Aslında 1976 yılını ben, içerde kalanların da özgürlüklerine tümcek kavuşacakları yıl olarak görüyorum. Gelişmeler öyle gösteriyor çünkü. Faşizm bu yıl daha da gerileyecek, özgürlüklerden, demokrasiden ya­na olanlar daha rahat soluk alabilecekler...

Yeni dinlediğim bir anıyı anlatmadan duramayacağım. 12 Mart fa­şizminin en koyu dönemi, bir evde MİT elemanları, siviller, askerler ara­ma yapıyorlar. Bir sivil, kitaplara bakıp bakıp arkadaşına yazdırıyor. Bir kitabın üzeri V. I. Lenin yazılı. Bağırıyor:

-Yaz, Altıncı Lenin...

Aleksi Kosigin duysaydı fıkrayı, ne fıkrası olayı ne gülerdi? Rusçaya çevirirken, Mustafayef ne yapardı bilmiyorum. Süleyman Bey de bunun dostluğa sığmayacağını düşünür, üzülür müydü?

Düşüncelere dalıp gitmiştim ki, bir arkadaşın arabası geçti önüm­den. Onu durdurabildim, bindim arabaya...

(2 Ocak 1976)